Binbir Gece Masalları’nın, efsanelerin ve destanların kurtuluşu ve zenginliği getiren, kimi zaman sularından çalınan cevherlere karşılık olarak hayatlara son veren büyük ve kudretli Nil, uzun zamandır paylaşılamamanın kıskacında, akıntısında sularıyla beraber büyük bir krizi taşıyor.
Nil Nehri 6.650 km uzunluğuyla dünyanın en uzun nehri olmakla nâmdardır. Güneyden kuzeye doğru akan Nil’in kaynağı uzun yıllar bir muamma olma özelliğini korudu. Taşıdığı su kapasitesi açısından ise Güney Amerika’daki Amazon Nehri’nden sonra dünyada ikinci sırada gelmektedir. Nil havzasında hali hazırda 11 Afrika devleti bulunuyor. Bu devletler güneyden kuzeye doğru sırayla Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Tanzanya, Burundi, Ruanda, Kenya, Uganda, Güney Sudan, Etiyopya, Eritre, Sudan ve Mısır’dır.[1]
Nil Nehri’nin uzunluk bakımından yaklaşık 1500 kilometresi Mısır topraklarından geçmektedir. Mısır, 1929 yılında İngiltere ile yaptığı bir anlaşma neticesinde Nil’in kullanım haklarının yüzde 92.3’ünü eline aldı. Geri kalan 7.7’lik kullanım hakkı ise Sudan’a verildi. 1959 yılında bağımsızlığını kazanan Sudan, Mısırla tekrar masaya oturdu ve kullanım haklarını yüzde 25’e çıkaran bir anlaşmaya vardı. Yıllarca sömürge olarak idare edilen diğer Afrika ülkeleri ise Nil üzerinde hiçbir hak talep edemediler. Örneğin, Etiyopya Nil’i besleyen kollardan Mavi Nil’in yüzde 85’inin kendi toprakları üzerinde bulunmasına rağmen ne 1929’daki ne de 1959’daki anlaşmalara dahil edilmedi.
Etiyopya ve uzun yıllar sömürge olarak varlıklarını sürdüren diğer Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Nil üzerindeki haklarının teslim edilmesine yönelik bir talepte bulundular. Ancak, Mısır bu talebi reddetti. Tüm bu çatışmalar aslında İngiltere’nin sömürgeleştirme politikasının bir etkisi olarak bugün dahi dışa vurmaktadır.
Etiyopya ve Nil’e kıyıdaş diğer ülkelerin bu noktadaki çaresizliklerinin önemli sebeplerinden biri de, Mısır’ın bölgedeki diğer ülkelere göre daha iyi olan askerî ve ekonomik gücünü kullanarak bir hegemonya dayatması. Bunun yanı sıra, İngiltere’nin ortaya koymuş olduğu sömürgecilik anlayışı da yine bu anlamda Mısır’ın elini güçlendiren unsurlardan olmuş, hatta 1959 imzalanan anlaşma ile Mısır’ın Nil suyu üzerindeki başat konumu perçinleşmiştir. Bu sayede Etiyopya ve diğer kıyıdaş ülkeler sömürge vasıfları nedeniyle o dönem pasifize edilmişlerdir.
İngiliz emperyalizmi bölgeyi kaosa sürükledi!
İngilizlerin Nil üzerindeki emperyal hedefleri oldukça eskiye dayanıyor. Fransızların 1798’de Mısır’ı işgalinden beridir süregelen Afrika Boynuzu’ndaki çekişme ve rekabetin en önemli sebeplerinden biri de Nil havzasında yer alan verimli topraklardı. İngilizlerin sahada Fransızlara karşı aldığı galibiyetler, onları bu bölgede adeta muktedir hale getirdi.
İngiltere bölgede yaşanabilecek su savaşlarının getirebileceği istikrarsız ortamın ve bu ortamın kendilerinin nüfuzunu azaltacak bir kaos ortamına dönüşmesinden endişe duyduğu için 1900’lü yılların başında Mısır ve Sudan’ı temsilen Britanya’nın ve karşı tarafta da Etiyopya’nın bulunduğu bir antlaşma imzalandı. Bu Etiyopya’nın Nil meselesi hakkında bir taraf olarak tanındığı ve kabul edildiği son antlaşmaydı.
Daha sonraları İngilizler sömürgeleri altında olan Mısır ve Sudan’da suyun paylaştırılması ve kullanımıyla alakalı çalışmalarını hızlandırdılar. Buralarda yapılacak tarım ve çiftlik alanlarının doğru şekilde sulanmasıyla İngiltere çok büyük kazanımlar elde edecekti. Bu suretle yapılan tetkikler neticesinde Nil sularının kaynakları ve kolların debileri hesaplanarak Mavi Nil’in daha önemli ve verimli olduğu anlaşıldı. Sudan ve Mısır’a su bentleri ve barajlar inşa edilerek denize dökülen suyun önüne geçildi ve bu sular tarım arazilerinde değerlendirildi.
Mısır’ın bağımsızlığı dengeleri değiştirdi
Takvim yaprakları 1922 yılını gösterdiğinde Mısır artık Büyük Britanya sömürgesinden kurtulmuş ve tek taraflı bağımsızlığını ilan etmiş bir devletti. Mısır bağımsızlığını kazanır kazanmaz bölgedeki nüfuzunu artırmaya yönelik girişimlere başladı. Hedef Nil Havzası’nı ve Sudan’ı tamamıyla kontrol altına almaktı. 1929 antlaşması tam da bu hedefler doğrultusunda ortaya konuldu. Mısır, antlaşma ile Nil üzerindeki günümüze dek sürecek olan hegemonyasını resmen ortaya koymuş oluyordu. Nil üzerindeki hakları kazanmıştı ancak bunun yanı sıra hala İngiliz sömürgesi olan Sudan’ın da haklarını tanımak zorunda kaldı.
Mısır bağımsızlığın ardından 1952 yılında yeni bir yönetimle farklı arayışlar içerisine girdi ve bölgedeki nüfuzunu artırma yolunda önemli adımlar attı. Cemal Abdünnasır yönetimindeki Mısır, 1956 yılında Avrupalı ve batılı devletlerin büyük tepkisine yol açacak bir adım atarak Süveyş Kanalı’nı kamulaştırdı. Bununla beraber bu sıralarda Sudan da İngiliz hegemonyasından kurtulmuş, bağımsızlığını ilan etmişti.
Sudan bağımsızlığını ilan eder etmez Nil üzerindeki haklarını dile getirerek, Mısır’dan Sudan’ın da haklarını gözeten yeni bir antlaşma talep etti. Mısır ise bu talepleri kesin bir dille geri çevirerek Nil üzerindeki haklarından taviz vermemeyi tercih etti. Fakat sonuç Mısır’ın beklediği gibi olmadı ve tırmanan gerilim yeni bir antlaşmayı beraberinde getirdi.
Bağımsızlık rüzgârı Sudan halkını suya kavuşturdu…
Mısır ve Sudan yükselen gerilimi düşürecek karşılıklı adımlar atarak, iki ülkeyi antlaşmaya götürecek ılımlı sürecin temellerini attı. Nihayet 1959 yılında Mısır ve Sudan arasında ikinci bir anlaşma imzalanarak, Sudan’ın Nil üzerindeki hakları iyileştirildi. Mısır bu yumuşak atmosferden faydalanarak Asvan Barajı’nı hayata geçirdi. Buna karşılık olarak da Sudan’a sulama kanalı gibi projelerde destek oldu. Mısır ve Sudan bu antlaşma ile karşılıklı çıkarları doğrultusunda bir uyum sağladı. Sudan nehirden istifade ediyor, Mısır ise bu tavizle Nil üzerindeki kontrolünü muhafaza ederek barajlar ve bentler inşa ediyordu.
Ancak, Nil nehri üzerinde hak iddia eden üçüncü bir aktör vardı; Etiyopya. Etiyopya 1959’da imzalanan anlaşmaya iştirak etmek istediyse de anlaşmayı imzalayan iki ülke Etiyopya’yı yok sayarak anlaşmaya dahil etmedi. Etiyopya ise bu durumun anlaşmanın meşruiyetini ortadan kaldırdığını dile getirdi.
Nil’in hidro-politik hegemonyası 1950’lerin sonuna kadar İngiltere ve ardından Mısır’ın eline geçti. Soğuk Savaş döneminin ardından ise iki kutuplu dünyadaki güç dengesinin SSCB ayağı Nil Havzası’nda etkin güç oldu. Günümüzde ise bu etkinlik ve nüfuzun Çin’in eline geçtiği değerlendirilmektedir. Çin yönetimi Afrika ve özellikle Kuzey Afrika’daki petrol yatakları ve doğal kaynaklarla ilgilendiği gibi Nil Havzası’ndaki tarım ve bölgedeki baraj, su bendi ve hidroelektrik santrallerinin kurulum ve işletmeleriyle de yakından ilgilenmekte ve bu süreçleri büyük iştahla takip etmektedir.
Nil, Çin hegemonyasıyla tanışıyor
Çin’in iştahla devam ettirdiği bu fonlama, teknik destek sağlama ve işletme politikasıyla ortaya koyduğu nüfuzu artırma çabaları bölgede gerilimin tırmanmasına da sebep oluyor. Bilhassa Çin’in Etiyopya’da inşa edilen Büyük Rönesans (Nahda) Barajı’nın hayata geçirilmesi Mısır’la olan gerilimi ciddi anlamda tırmandırdı.
Etiyopya, Nil’in kaynaklarının büyük bir kısmının kendi topraklarında doğmasına rağmen İngiltere tarafından maruz kaldığı sömürge vasfı ve daha sonrasında bölgede izlenen siyasi atmosfer dolaysıyla hak arayışında bir başarıya ulaşamamıştı.
Etiyopya uzun süre diplomatik kanalları denedi ancak Mısır’ın devrik diktatör lideri Hüsnü Mübarek de Etiyopya’yı görmezden gelme politikasını sürdürdü. Arap Baharı sonrası Mısır’da seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak göreve gelen Muhammed Mursi ise bu konuya daha ılımlı bakmasına rağmen halktan gelen tepkileri göz önüne alarak bu meselede Mısır’ın savaşı göze aldığının mesajlarını verdi.
Hemen ardından askeri darbeyle Mısır’da göreve gelen Abdulfettah Sisi ise Mısır’ın Afrika bölgesinde egemen güç olması için sürdürdüğü diplomatik çalışmaların bir nişanesi olarak Nil meselesiyle ilgili daha yumuşak ve uzlaşmacı bir tavır izlemiştir. Hatta bu konuda 2015 yılında Sudan ve Etiyopya’nın da katılımıyla diplomatik ve siyasi kanalların denendiği birkaç görüşme tertip edilmiştir.
Nahda Barajı, Nil üzerinde yeni bir gücün habercisi mi?
Bir yandan inşası devam eden Nahda Barajı’nın 2016 yılında ilk bölümü açılmıştı. 2019 yılında ise barajın %70’lik kısmı ancak tamamlanabildi. Mısır ise Nil sularının baraja sevk edilmesi suretiyle Nil’in suyunun azaltılmasından oldukça rahatsız. Bazı çevrelerce Mısır’ın askerî güç kullanacağına dair iddiaların ortaya atılmasına karşın bu noktada Mısır’dan “Diplomatik yolları kullanacağız” çıkışı geldi.
Ancak Mısır’ın görüşmelerden bir türlü sonuç alamaması Nil üzerindeki güç dengesinin Mısır’dan Etiyopya’ya kaydığı izlenimlerine yol açtı. Mısır Temmuz 2020’den beridir süren müzakereleri tekrar canlandırmak amacıyla bölgesel ve küresel aktörlerin desteğini arkasına almaya çalışıyor.
Verdiği demeçlerde, Nil’in bir iş birliği ve müşterek kalkınma sahası olarak var olması gerektiğine dikkat çeken Sisi yönetimi, barajın 5-15 yıl arasında bir süreye yayılarak doldurulmasını istiyor. Fakat Etiyopya’nın barajı doldurma konusunda süreyi kısaltmak gibi bir niyetinin olmadığı biliniyor.
Müzakereler devam ederken, Etiyopya da suyu baraja doldurmaya başladığını duyurmuştu. Sonraki sürecin nasıl şekilleneceği ise tüm dünya kamuoyunca merak konusu. Ancak, olası bir çatışmanın zaten gergin fay hatları üzerine kurulu Afrika topraklarında önüne geçilemez bir savaş ve kaos ortamına dönüşeceği konusunda tüm uzmanlar hem fikir.
[1] Mürsel Bayram, İsrail-Güney Sudan İlişkilerinin Siyasal Ekolojisi, Ahi Evran Üniveristesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 1 Aralık 2017
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi