Beşar Esad dönemi, Suriye iç savaşı ve muhaliflerin mücadele sürecini iyi bir şekilde analiz etmek için öncelikle bölge tarihine göz atmak gerekmektedir. Suriye tarihinde belirli kırılma noktalarının başında Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştiren Baas Parti dönemi ve hâlihazırda Rusya’ya sığındığı öne sürülen Beşar Esad’ın babası Hafız Esad’ın iktidara gelişi yer almaktadır.
Bu sebeple yazımızda Baas Partisi’nin iktidara gelişinden başlayıp Hafız Esad’ın “kansız darbesine” göz atacağız. Bu tarih yolculuğunun ardından biraz daha yakın geçmişe bakıp Beşar Esad’ın iktidara gelişini inceleyip ve ardından Arap Baharı bağlamında Suriye iç savaşına bakacağız.
Baas Partisi’nin İktidara Gelişi ve İlk Yılları
Baas Partisi, 20. yüzyılın ortalarında Arap dünyasında siyasi, toplumsal ve ideolojik bir dönüşümün temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır. 1947 yılında Şam’da Mişel Eflak ve Selahaddin Bitar tarafından kurulan Baas Partisi, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştiren bir ideoloji geliştirmiştir. Parti, Arap dünyasının bağımsızlığı, birliği ve sosyal adaleti hedefleyen bir siyasi hareket olarak hızla popülerlik kazanmıştır. Suriye’de 1963 yılında gerçekleşen askeri darbeyle iktidara gelen Baas Partisi, ülkenin siyasi tarihine damgasını vurmuş ve yönetimde derin bir değişim yaratmıştır.
Baas Partisi’nin İdeolojik Temelleri
Baas Partisi’nin ideolojik çerçevesi, Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve laiklik ilkelerine dayanıyordu. Kurucuları Mişel Eflak ve Selahaddin Bitar, parti programını Arap dünyasının birliğini, özgürlüğünü ve sosyal adaletini sağlama üzerine inşa etmişlerdir. Baas ideolojisi, Batı’nın Arap topraklarındaki sömürgeci etkisine karşı bir başkaldırı niteliği taşırken, aynı zamanda bölgede büyüyen sınıf eşitsizliklerine çözüm arayışını temsil ediyordu.
Eflak ve Bitar, Arap milliyetçiliğini modern bir sosyalist çerçevede yeniden yorumlayarak, bölgedeki diğer siyasi hareketlerden farklı bir vizyon ortaya koydular. Bu ideoloji, halkın kolektif gücüne dayanan bir devlet yapısı öngörmekteydi. Arap halklarının kültürel, dilsel ve tarihsel birliğine vurgu yapan Baas ideolojisi, özellikle sömürgecilik sonrası dönemde geniş bir destek buldu.
1963 Darbesi ve Baas Partisi’nin İktidara Gelişi
Baas Partisi, Suriye’deki siyasi ortamın kaotik olduğu 1950’ler ve 1960’lar boyunca örgütsel gücünü artırmaya devam etti. Bu dönemde Suriye, sürekli askeri darbeler ve siyasi çalkantılarla karşı karşıya kaldı. Baas Partisi, bu çalkantılı dönemde özellikle ordu içinde güçlü bir destek kazandı. Parti, 8 Mart 1963’te Baas destekçisi subaylar tarafından gerçekleştirilen bir darbe sonucunda iktidarı ele geçirdi. Darbe, ülkede Baas Partisi’nin mutlak otoritesini tesis eden önemli bir dönüm noktası oldu.
Darbe sonrası, Baas Partisi iktidarını sağlamlaştırmak için hızlı adımlar attı. Suriye’de tek parti yönetimini kurarak muhalefeti bastırdı ve devletin tüm organlarını kontrol altına aldı. Parti, özellikle askeri komitenin liderleri Salah Cedid ve Hafez Esad gibi isimlerin öncülüğünde, devletin hem siyasi hem de askeri yapısını şekillendirdi.
Baas Partisi’nin İlk Yıllardaki Politikaları
Baas Partisi ilk yıllarındaki politikalarıyla halk nezdinde destek görmüş ve kabullenilmiştir. Çeşitli devrim niteliğindeki politikalarla bölgedeki kaotik havayı dağıtmış ve Suriyeli halka güven duygusunu aşılamıştır.
- Toprak reformları ve ekonomik yeniden yapılanma: Baas Partisi’nin iktidarının ilk yıllarında uygulamaya koyduğu en önemli reformlardan biri, toprak reformları olmuştur. Büyük toprak sahiplerinin mülklerine el konularak köylülere dağıtılmış, böylece kırsal alanda yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele edilmeye çalışılmıştır. Bu reformlar, partiye kırsal kesimlerde önemli bir destek kazandırmıştır. Bununla birlikte, tarım sektöründeki üretim düşüşü ve altyapı eksiklikleri, reformların başarısını sınırlamıştır.
- Eğitim ve sağlık hizmetlerinin genişletilmesi: Baas Partisi, sosyalist ideolojisinin bir parçası olarak ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmayı hedeflemiştir. Parti, özellikle kırsal alanlarda okullar ve hastaneler inşa ederek sosyal hizmetlere erişimi artırmaya çalışmıştır. Bu politikalar, halk arasında partiye yönelik olumlu bir algı yaratmıştır.
- Güç konsolidasyonu ve muhalefetin bastırılması: Baas Partisi’nin iktidarındaki ilk yıllar, aynı zamanda otoriter bir yönetim anlayışının gelişmesine sahne olmuştur. Parti, muhalif siyasi grupları yasaklamış ve rejime yönelik her türlü direnişi sert bir şekilde bastırmıştır. Bu dönemde kurulan güçlü istihbarat teşkilatları, rejimin güvenlik aygıtının temelini oluşturmuştur.
Parti İçi Bölünmeler ve 1966 Darbesi
Baas Partisi’nin iktidarının ilk yıllarında, parti içinde ciddi hizip çatışmaları yaşandı. Mişel Eflak ve Selahaddin Bitar gibi geleneksel liderler, radikal sosyalistlerle anlaşmazlığa düştü. Bu ideolojik ve politik bölünmeler, 1966 yılında Salah Cedid liderliğindeki bir darbeye yol açtı. Bu darbe, Eflak ve Bitar’ın tasfiye edilmesiyle sonuçlandı ve Baas Partisi içinde daha radikal unsurların kontrolü ele geçirmesine neden oldu.
Bu dönemde, Suriye’deki Baas Partisi ile Irak’taki Baas Partisi arasında da ideolojik farklılıklar belirginleşti. Suriye’deki Baas yönetimi, radikal bir sosyalist çizgi izlerken, Irak’taki Baas rejimi daha pragmatik bir yaklaşım sergilemiştir.
Hafız Esad’ın Yükselişi ve Düzeltici Hareket
Hafız Esad, Suriye’nin modern tarihinde iz bırakan en önemli liderlerden biri olarak tanınmaktadır. 13 Kasım 1970’te gerçekleştirdiği kansız darbe, Suriye’nin siyasi yapısında köklü değişikliklere yol açmış ve bu olay “Düzeltici Hareket” olarak adlandırılmıştır. Bu harekete giden süreçte, Suriye’nin iç siyasetindeki çatışmalar ve Baas Partisi içindeki bölünmeler belirleyici olmuştur. Esad, güçlü bir liderlik sergileyerek sadece siyasi rakiplerini değil, aynı zamanda halkın büyük bir kısmını da yanına çekmeyi başarmış, bu süreçte ulusal ve uluslararası politikada kendine özel bir yer edinmiştir.
13 Kasım 1970 Darbesi: “Düzeltici Hareket”
Düzeltici Hareket’in arka planında, Baas Partisi içindeki ideolojik ve liderlik çatışmaları yatmaktadır. 1967’deki Altı Gün Savaşı, Suriye için büyük bir yenilgi olmuş ve toprak kaybına neden olmuştur. Bu durum, Salah Cedid liderliğindeki radikal sosyalist grup ile Hafız Esad’ın temsil ettiği pragmatik liderler arasında gerilimi artırmıştır. Cedid’in dış politika tercihleri ve ekonomik radikalizmi, halkın ve ordunun desteğini kaybetmesine yol açmıştır. Dönemin Savunma Bakanı Hafız Esad, bu krizlerden faydalanarak ordudaki etkisini artırmış ve güçlü bir liderlik örneği sergilemiştir. Böylece Esad, Cedid’in yönetimine karşı bir darbe hazırlığı yapma fırsatını bulmuştur.
Hafız Esad, 13 Kasım 1970’te Salah Cedid liderliğindeki yönetimi kansız bir darbeyle devirmiştir. Bu olay, Suriye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Esad, darbe sonrasında Cedid ve destekçilerini hapsederek yönetimi tamamen ele almıştır. Halk arasında ciddi bir direnişle karşılaşmayan bu darbe, Esad’ın liderliğini pekiştirmiştir. Esad, bu değişimi “Düzeltici Hareket” olarak adlandırmış ve bu kavramla halk arasında Baas ideolojisini savunmaya devam ederken, daha pragmatik bir yönetim anlayışını benimseyeceğinin mesajını vermiştir.
Düzeltici Hareket sonrası siyasi ve ekonomik yapıyı yeniden yapılandıran Esad, devletin tüm organlarında kendisine sadık isimleri görevlendirmiştir. Ordunun ve istihbarat teşkilatlarının gücü artırılmış, bu birimler Esad rejiminin dayanak noktaları haline gelmiştir. Siyasi muhalefet bastırılmış ve Baas Partisi’nin ülkedeki tek meşru siyasi aktör olduğu ilan edilmiştir. Bu politikalar, rejimin otoritesini pekiştirmiş ve Suriye’deki istikrarı sağlama iddiasını güçlendirmiştir. Ancak, bu süreçte baskıcı yöntemlerin kullanılması, rejimin meşruiyetini uluslararası düzeyde tartışmalı hale getirmiştir.
Düzeltici Hareket sonrası, Esad ekonomik alanda radikal sosyalist politikaları terk ederek daha dengeli bir yaklaşım benimsemiştir. Tarım sektörü desteklenmiş, kırsal alanlara yönelik kalkınma projeleri başlatılmış ve sanayi yatırımları artırılmıştır. Ancak, ekonomik reformların büyük ölçüde devletin kontrolünde olması, özel sektörün gelişimini sınırlandırmıştır. Bunun yanı sıra, eğitim ve sağlık hizmetlerinin genişletilmesi, özellikle kırsal kesimlerde halkın yaşam standartlarını yükseltmiş ve Esad rejimine olan halk desteğini artırmıştır.
Hafız Esad liderliğinde Suriye, dış politikada Sovyetler Birliği ile güçlü bir ittifak kurmuştur. Bu ittifak, İsrail ile olan çatışmalarda Suriye’ye askeri ve ekonomik destek sağlamış ve bölgedeki stratejik dengeleri değiştirmiştir. Ayrıca, Esad yönetimi, Camp David Anlaşması sonrası Mısır’ın Arap dünyasındaki liderliğini kaybetmesini bir fırsat olarak görmüş ve Suriye’yi Arap dünyasında daha etkili bir konuma getirmek için yoğun bir diplomasi yürütmüştür. Bu politikalar, Suriye’yi bölgesel bir güç haline getirmiştir.
Mezhepsel Güç Dinamikleri ve 1982 Hama Katliamı
Hama Katliamı, 2 Şubat 1982’de Hafız Esad liderliğindeki Baas rejiminin, Müslüman Kardeşler’in başlattığı bir ayaklanmayı bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği, binlerce insanın ölümüne yol açan trajik bir olaydır. Bu katliam, Suriye’nin mezhepsel güç dinamiklerinin ve siyasi baskı mekanizmalarının zirveye ulaştığı bir dönemi temsil etmektedir. Mezhepsel ayrışmalar, özellikle Nusayri (Alevi) azınlığın rejim üzerindeki hâkimiyeti ve Sünni çoğunluğun marjinalizasyonu, bu çatışmanın ana nedenlerinden biridir.
Mezhepsel Güç Dinamikleri
1963’te Baas Partisi’nin iktidara gelmesinin ardından, Nusayri grubunun devlet ve parti içerisindeki temsil oranı artmıştır. Bu durum, laik bir ideolojiye sahip Baas Partisi’nin toplumun çoğunluğunu oluşturan Sünnilerle arasında gerilimlere neden olmuştur. Özellikle, ordu ve istihbarat teşkilatlarında Nusayri subayların önemli pozisyonlara gelmesi, Sünni muhalefetin tepkisini çekmiştir. Mezhepsel gerginliklerin artmasıyla birlikte, Müslüman Kardeşler rejime karşı en güçlü muhalefet grubu olarak ortaya çıkmıştır.
Müslüman Kardeşler’in 1976’dan itibaren rejime karşı silahlı direniş eylemleri başlatması, ülkedeki mezhepsel ve siyasi çatışmaları derinleştirmiştir. Bu durum, sadece rejim ve muhalefet arasında değil, toplumun farklı kesimleri arasında da kutuplaşmayı artırmıştır. Mezhepsel gerilimlerin siyasi bir boyut kazanması, ülkedeki toplumsal uyumun zayıflamasına yol açmıştır.
Hama Ayaklanması ve Katliam
1982’de Hama’da başlayan ayaklanma, Müslüman Kardeşler’in rejime karşı gerçekleştirdiği en büyük direniş hareketidir. Hama, radikal İslamcı hareketlerin merkezi olarak kabul ediliyordu ve bu nedenle rejim için stratejik bir tehdit oluşturuyordu. Hafız Esad, isyanı bastırmak için sert önlemler alarak orduyu Hama’ya sevk etti. Şehir, ağır topçu ateşi ve hava bombardımanına maruz kaldı. Sonrasında rejim güçleri, şehirde ev ev arama yaparak muhalefeti tamamen yok etmeyi hedefledi.
Hama Katliamı, sadece bir askeri operasyon değil, aynı zamanda rejimin muhalefeti tamamen yok etmeyi amaçladığı bir güç gösterisiydi. Bu olay, Suriye tarihinde rejimin gücünü ve otoritesini pekiştirmek için kullandığı en sert yöntemlerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Katliam sonucunda 10 bin ile 25 bin arasında insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
Hama Katliamı’nın Sonuçları
Hama Katliamı, Suriye toplumundaki mezhepsel ayrışmayı daha da derinleştirmiştir. Rejim, bu olayın ardından ülkedeki muhalefeti büyük ölçüde bastırmış ve Müslüman Kardeşler’i yasa dışı ilan etmiştir. Ancak bu süreç, uzun vadede rejimin toplum nezdindeki meşruiyetini zayıflatmış ve uluslararası alanda insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştirilmesine yol açmıştır.
Uluslararası düzeyde Hama Katliamı, dönemin bölgesel dinamikleri ve uluslararası çıkarlar nedeniyle geniş çaplı bir müdahaleye yol açmamıştır. Bu durum, rejimin baskıcı politikalarını artırmasına ve Suriye’deki otoriter yönetim modelini güçlendirmesine olanak tanımıştır. Hama Katliamı, rejim tarafından sağlanan kısa vadeli istikrarın uzun vadeli toplumsal barışa zarar verdiğini göstermektedir.
Esad, 1984 yılında iktidarı için kardeşi ile mücadele etmek zorunda kaldı ve kardeşinin yaptığı darbe girişimi başarısız oldu. Tüm bu olaylarda insan hakları örgütleri Esad’ı şiddet kullanmakla ve baskı yapmakla suçladı.
1991’deki Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı uluslararası koalisyon güçlerini desteklemesi onu Orta Doğu’daki en güçlü Arap lider durumuna getirdi. Hiçbir zaman siyasi olarak tanımadığı ve Siyonist varlık olarak nitelendirdiği İsrail ile uzlaşmaya dayalı barış girişimlerine karşı takındığı katı tutumu, 1980’lerin ortalarında bir ölçüde yumuşatarak Batılı ülkelerle diyalog kurmaya önem verdi. Tabii bunun en büyük sebebi büyük desteğini arkasında gördüğü Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde olmasıydı. 1990’larda Sovyet desteği kesildikten sonra ABD’nin de baskısıyla Golan Tepeleri’ni geri almak için İsrail ile yapılan görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Hafız Esad 29 yıl boyunca iktidarda kaldı. Esad yönetimi, son yıllarında dış dünyaya daha çok açılarak ülkedeki özel girişimi de desteklemeye başlamıştı. Parti ve devlet yönetimindeki kişisel denetimini sürdüren Esad, 1978, 1985, 1991 ve 1999’da dört kez devlet başkanlığına seçildi. 2000 yılının haziran ayında geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldü.
Ölümünden saatler sonra ulusal meclis, başkanlık için minimum yaşı 40’tan, Beşar Esad’ın yaşı olan 34’e düşüren bir anayasa değişikliğini onayladı. 18 Haziran’da Beşar, iktidardaki Baas Partisi’nin genel sekreteri olarak atandı ve iki gün sonra parti kongresi, onu başkanlık adayı olarak gösterdi ve ulusal meclis bu adaylığı onayladı. 10 Temmuz’da, rakipsiz bir şekilde girdiği seçimlerde Beşar, yedi yıllık bir dönem için başkan seçildi.
Birçok Suriyeli, gücün babadan oğula geçmesine itiraz etse de Beşar’ın yükselişi, hem Suriye’de hem de yurtdışında bir miktar umut yarattı. Kendisinin gençliği, eğitimi ve Batı’ya maruz kalmışlığı halk nezdinde bataklıktan çıkma ihtimalini barındırmıştı.
Beşar Esad Dönemi ve Reform Vaatleri (2000–2011)
Beşar Esad, 2000 yılında babası Hafız Esad’ın ölümünün ardından, Suriye’nin genç ve modern lideri olarak devlet başkanlığına geldi. Esad’ın eğitimli ve Batı ile ilişkilere açık bir lider olarak lanse edilmesi, gerek uluslararası toplumda gerekse Suriye halkında önemli reformların gerçekleştirileceğine dair umutları artırdı. Ancak, vaat edilen reformların ne ölçüde hayata geçtiği ve bu reformların etkileri üzerine tartışmalar güncelliğini korumaktadır.
- Şam Baharı: Reform Umutları (2000–2001)
Beşar Esad’ın iktidarının ilk yılları, “Şam Baharı” olarak adlandırılan döneme ev sahipliği yaptı. Bu süreçte, uzun yıllardır baskı altında yaşayan sivil toplum, toplantılar düzenleme, özgür tartışmalar yapma ve reform taleplerini dile getirme fırsatı buldu. Aktivistler ve entelektüeller, siyasi partilerin kurulmasını ve anayasal reformları savunan bildiriler yayınladı.
Ancak rejim, bu hareketlerin rejimin temellerine yönelik bir tehdit oluşturduğunu düşündü. Şam Baharı, 2001 yılı itibarıyla rejim tarafından bastırıldı ve aktivistler tutuklandı. Bu durum, reform umutlarının ilk kez kırıldığı an olarak tarihe geçti.
- Ekonomik Reformlar: Liberalleşme mi, Oligarşi mi?
Beşar Esad, iktidarının ilk yıllarında ekonomik liberalleşme politikaları ile dikkat çekti. Sosyalist ekonomiden piyasa ekonomisine geçişi hedefleyen reformlar kapsamında, özel sektör yatırımları teşvik edildi ve bankacılık sistemi yabancı sermayeye açıldı. 2001 yılında özel bankaların kurulmasına izin verildi ve gayrimenkul piyasası hareketlendirildi.
Ancak, bu reformların faydaları halkın geneline yayılmadı. Esad ailesine yakın iş çevreleri, yeni ekonomik fırsatların başlıca yararlanıcıları oldu. Bu durum, ekonomik eşitsizlikleri derinleştirdi ve yolsuzluk algısını artırdı. Özellikle Rami Mahluf gibi rejime yakın iş insanlarının ekonomik gücü, Suriye’de oligark sisteminin doğmasına yol açtı.
- Siyasi Reformların Gerçekliği: İlerleme mi Geriye Gidiş mi?
Siyasi reform vaatleri, Beşar Esad’ın en çok eleştirilen politikalarının başında geldi. Muhalif siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki baskılar devam etti. Esad’ın iktidarında 1973 Anayasası’nda değişiklik yapılması gündeme gelmiş olsa da, reformların kapsamı oldukça sınırlıydı.
Rejim, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında ciddi sınırlamalar uygulamaya devam etti. 2007 yılında düzenlenen başkanlık seçimleri ise, rejimin demokratikleşme iddialarını tamamen sorgulatacak şekilde, Esad’ın tek aday olduğu bir seçimle sonuçlandı.
- Arap Baharı ve Esad’ın Reform Sözleri
2011 yılında Tunus ve Mısır’da başlayan Arap Baharı, Suriye halkını da etkiledi. Suriye’de geniş kitleler, özgürlük, adalet ve ekonomik eşitlik talepleriyle sokaklara döküldü. Esad, bu süreçte reform vaatlerinde bulundu. Bazı siyasi mahkûmların serbest bırakılması, olağanüstü hal yasasının kaldırılması ve çok partili sisteme geçiş gibi adımlar gündeme getirildi.
Ancak, bu adımlar, halkın taleplerini karşılamakta yetersiz kaldı. Protestolar, reformların gerçekçi olmadığı gerekçesiyle devam etti. Rejimin protestolara sert müdahaleleri, reform vaatlerinin bir strateji olarak kullanıldığına dair algıyı güçlendirdi.
Rejimin reform vaatlerini yerine getirememesi, toplumsal kutuplaşmayı artırdı ve iç savaşın temellerini oluşturdu. 2011 yılında patlak veren çatışmalar, Suriye’yi derin bir insani ve siyasi krizin içine sürükledi.
Arap Baharı ve Suriye İç Savaşı
Arap Baharı, 2010 yılının sonlarında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede Kuzey Afrika ile Orta Doğu ülkelerine yayılan bir halk hareketi dalgasıdır. Bu süreç, bölgede yıllardır hüküm süren otoriter rejimlere karşı demokratikleşme, özgürlük ve adalet taleplerini dile getiren kitlesel protestolarla şekillenmiştir. Arap Baharı’nın kökenleri, nedenleri, gelişimi ve sonuçları, hem bölgesel hem de uluslararası siyaset açısından önemli etkiler yaratmıştır.
Arap Baharı’nın Nedenleri
- Otoriter yönetimler ve baskıcı rejimler: Arap Baharı’nın en temel nedenlerinden biri, bölgedeki otoriter rejimlerin uzun süredir devam eden baskıcı politikalarıdır. Bu rejimler, ifade özgürlüğünü kısıtlamış, muhalefeti baskı altına almış ve demokratik süreçleri işletmemiştir. Suriye’de anlatıldığı üzere bir diğer örnek olarak Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali de, 1987’den itibaren tek adam yönetimi sergilemiş ve halkın hoşnutsuzluğunu artırmıştır.
- Ekonomik eşitsizlik ve yolsuzluk: Bölgedeki birçok ülke, gelir adaletsizliği, yüksek işsizlik oranları ve yolsuzluk gibi ekonomik sorunlarla boğuşmaktaydı. Özellikle genç nüfus arasında işsizlik, halkın tepkisini tetikleyen önemli bir faktördü. Bu durum, eğitimli gençlerin gelecek kaygısını artırmış ve protestoların ön saflarında yer almalarına neden olmuştur.
- Sosyal medyanın rolü: Arap Baharı’nın diğer bir önemli nedeni, sosyal medyanın oynadığı etkili roldür. Facebook, Twitter ve YouTube gibi platformlar, hükümetlerin sansür politikalarını aşan birer iletişim aracı olarak kullanılmıştır. Protestocular, sosyal medya aracılığıyla örgütlenmiş, bilgi paylaşımı yapmış ve uluslararası desteği kazanmıştır.
Arap Baharı’nın Gelişimi
Arap Baharı, 17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başladı. Bu olay, Bin Ali rejimine karşı kitlesel protestoların fitilini ateşledi. Protestolar, Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmesiyle sonuçlandı ve Tunus, Arap Baharı’nın ilk başarısı olarak tarihe geçti. Tunus’taki ayaklanmanın başarısı, komşu ülkelere de ilham verdi. Mısır’da Ocak 2011’de başlayan protestolar, Tahrir Meydanı’nı direnişin merkezi haline getirdi. Halkın yoğun baskısı, Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık iktidarının sona ermesine yol açtı.
Libya’da ise Muammer Kaddafi rejimi, protestolara şiddetle karşılık verdi. Ancak NATO’nun müdahalesi ve muhalif güçlerin örgütlenmesiyle Kaddafi, 2011 yılının Ekim ayında öldürüldü. Libya’daki bu süreç, Arap Baharı’nın en kanlı mücadelelerinden biri olarak kaydedildi. Yemen’de Ali Abdullah Salih’in iktidardan çekilmesi, Bahreyn’de ise Şii nüfusun protestoları dikkat çekti. Suriye’de başlayan halk hareketleri ise kısa sürede iç savaşa dönüştü ve Arap Baharı’nın en uzun soluklu krizlerinden biri haline geldi.
Suriye İç Savaşı’nın Başlıca Nedenleri
Yukarıda da belirtildiği üzere, Arap Baharı’nın en soluklu krizi olarak tanımlanan ve liderinin düşüşünün en geç olduğu coğrafya Suriye oldu. Halk hareketlerinin iktidar tarafından sert müdahalelerle bastırılma çabası Suriye İç Savaşı’nı kaçınılmaz duruma soktu. Elbette tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de halk hareketlerine sebebiyet veren belirli başlıklar vardı.
- Siyasi baskı ve otokratik yönetim: Beşar Esad liderliğindeki Suriye, uzun yıllar boyunca otokratik bir yönetim altında bulunmuştur. İfade özgürlüğünün kısıtlanması, muhalefetin baskı altına alınması ve demokratik süreçlerin işletilmemesi, halk arasında birikmiş bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Bu durum, Arap Baharı’nın etkisiyle kitlesel protestoların başlamasına zemin hazırlamıştır.
- Ekonomik eşitsizlikler ve yolsuzluk: Suriye’de ekonomik reformlar, genellikle Esad ailesine yakın çevrelerin çıkarına hizmet etmiş ve geniş halk kitleleri bu reformlardan fayda sağlayamamıştır. Yüksek işsizlik oranları, yoksulluk ve yolsuzluk, halkın ekonomik sıkıntılarını derinleştirmiştir. Bu ekonomik sorunlar, toplumsal huzursuzluğun artmasına katkı sağlamıştır.
- Etnik ve mezhepsel gerilimler: Suriye’nin demografik yapısı, çeşitli etnik ve mezhepsel grupları barındırmaktadır. Özellikle Sünni çoğunluk ile yönetimde etkin olan Alevi azınlık arasındaki gerilimler, tarihsel süreçte zaman zaman su yüzüne çıkmıştır. Bu gerilimler, iç savaşın başlamasıyla birlikte daha belirgin hale gelmiş ve çatışmaların derinleşmesine neden olmuştur.
İç Savaşın Gelişimi
2011 yılının Mart ayında Deraa’da başlayan barışçıl protestolar, güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaştı. Bu müdahaleler, protestoların ülke geneline yayılmasına ve şiddetlenmesine yol açtı. Suriyeli güvenlik güçleri protestoculara karşı ölümcül güç kullanırken, Esad bir dizi taviz sundu; önce kabinesini değiştirdi, ardından Suriye’nin olağanüstü hal yasasını ve Yüksek Devlet Güvenlik Mahkemesi’ni kaldıracağını açıkladı. Ancak bu reformların uygulanması, protestoculara karşı şiddetin önemli ölçüde artmasıyla aynı zamana denk geldi ve bu durum Esad ve hükümetine yönelik uluslararası kınamalara yol açtı.
Zamanla, bazı muhalif gruplar silahlanarak rejime karşı direnişe geçti ve çatışmalar silahlı bir boyut kazandı. Eylül 2011 itibarıyla silahlı muhalif gruplar ortaya çıkmış ve Suriye güçlerine karşı giderek daha etkili saldırılar düzenlemeye başlamıştı. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’in ateşkes sağlama çabaları başarısız oldu ve 2012 ortalarına gelindiğinde kriz, tam anlamıyla bir iç savaşa dönüşmüştü.
Suriye’deki iç savaş, bölgesel ve uluslararası aktörlerin müdahalesiyle daha da karmaşık bir hal aldı. İran ve Rusya, Esad rejimine destek verirken; ABD, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler muhalif grupları destekledi. Bu durum, çatışmaların uzamasına ve çözümün zorlaşmasına neden oldu.
İç savaşın uzaması ve otorite boşluğunun oluşması, radikal grupların güç kazanmasına zemin hazırladı. Özellikle IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi örgütler, Suriye topraklarında etkinliklerini artırarak hem rejim güçlerine hem de muhalif gruplara karşı saldırılar düzenledi. Aynı dönemde İran ve Hizbullah, Suriye hükümetine silah sağlamaya devam etti. 2012’nin sonlarına doğru Hizbullah, isyancılara karşı savaşmak için kendi savaşçılarını da Suriye’ye göndermeye başladı.
21 Ağustos 2013’te Şam’ın banliyölerinde yüzlerce kişinin ölümüne neden olan kimyasal saldırıların ardından Esad, uluslararası askeri müdahale çağrılarıyla karşı karşıya kaldı. Suriye muhalefeti, saldırıları Esad yanlısı güçlerin gerçekleştirdiğini iddia etti, ancak Esad, kimyasal silah kullandığını reddetti ve eğer böyle silahlar kullanılmışsa bunun isyancılar tarafından yapıldığını savundu.
ABD, İngiltere ve Fransa liderleri, Esad rejiminin saldırıları emrettiğine dair istihbarata sahip olduklarını ileri sürdü ve misilleme saldırıları düzenlemeyi düşündüklerini açıkladı. Rusya, Çin ve İran askeri müdahaleye karşı çıktı ve Esad, Batı’nın saldırganlığına karşı savaşacağını ilan etti. Batılı ülkelerin askeri müdahale tehdidi, Eylül ayında Rusya, Suriye ve ABD’nin tüm Suriye kimyasal silahlarını uluslararası kontrol altına alma konusunda anlaşmasıyla önlendi.
İç savaş uzadıkça, yeni gruplar ortaya çıkıyor ve Esad güç kaybediyor gibiydi. Özellikle IŞİD’in ortaya çıkışı bölgedeki diğer grupları olduğu gibi Esad yönetimini de zora soktu. Ancak IŞİD’e müdahale, özellikle ABD’nin odağını bu yeni tehdide kaydırmasına neden oldu. Bu sırada, Esad’a uzun süredir silah ve siyasi destek sağlayan Rusya, 2015 yılında Suriye’de askeri operasyon başlattı ve isyancı mevzilerini bombalayıp, hükümet güçlerini desteklemek için kara birliklerini gönderdi.
Müdahale büyük ölçüde başarılı oldu. 2017’nin sonuna gelindiğinde Esad, Suriye’nin büyük şehirlerinde yeniden hâkimiyet kurmuş ve kalan isyancılar birkaç izole bölgeye sıkıştırılmıştı. 2018’in ortalarına gelindiğinde bu bölgeler İdlib bölgesine indirgenmişti.
İç Savaşın Sonuçları
- İnsani Kriz ve Göç: Suriye’deki iç savaş, milyonlarca insanın yerinden edilmesine ve komşu ülkelere sığınmacı olarak gitmesine neden oldu. Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Avrupa ülkeleri, büyük bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya kaldı. Bu durum, hem sığınmacıların hem de ev sahibi ülkelerin sosyal ve ekonomik yapıları üzerinde derin etkiler bıraktı.
- Ekonomik Yıkım: Uzun süren çatışmalar, Suriye ekonomisini neredeyse tamamen çökertti. Altyapıların tahrip olması, üretimin durması ve ticaretin kesintiye uğraması, ülkenin ekonomik yapısını geri dönülmesi zor bir şekilde zarar verdi.
- Siyasi ve Toplumsal Bölünme: İç savaş, Suriye toplumunda derin yarılmalara yol açtı. Etnik ve mezhepsel temelli çatışmalar, toplumsal dokuyu zedeledi ve ülkenin siyasi birliğini tehdit etti. Ayrıca, farklı bölgelerde farklı grupların kontrolü ele geçirmesi, merkezi otoritenin zayıflamasına neden oldu.
Esad Rejiminin Çöküşü
2024 yılı, Suriye için tarihsel bir dönüm noktası oldu. Uzun süredir iç savaşla boğuşan ülke, çok kısa bir süre içinde muhalif orduların hızlı ve etkili ilerleyişine sahne oldu. Beşar Esad’ın liderliğindeki rejim, on yılı aşkın bir direnişin ardından çökerek tarih sahnesinden silindi. Rejimin devrilme süreci, muhalif güçlerin askeri zaferleri, uluslararası müdahaleler ve sonunda Esad’ın ülkeden kaçışı ile sonuçlandı.
Muhalif Güçlerin Yükselişi ve Zaferi
Geçtiğimiz 2 haftalık süreçte, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif güçler Suriye’nin kuzeyinden başlayarak rejime karşı büyük bir taarruz başlattı. İdlib, Halep ve Hama gibi stratejik bölgeleri ele geçiren muhalif gruplar, rejimin savunma hatlarını kırdı. Halep’in düşmesi, rejim güçlerinin moralini zayıflattı, stratejik bölgeleri kaybeden ve yerini PKK/YPG/PYD terör örgütü mensuplarına bırakan rejim güçleri komşu ülkelere kaçtı ve bu sürecin devamı ise muhaliflerin Şam’a doğru ilerlemesini kolaylaştırdı.
Şam’ın çevresinde yoğunlaşan çatışmalar, rejimin sonunu getiren önemli bir dönemeç oldu. 13-14 günlük sürecin sonunda, muhalif güçler başkenti ele geçirerek rejimin kontrolünü tamamen sona erdirdi. Muhalif güçlerin bu askeri başarısı ardından gerçekleşen Şam’ın düşüşü sonucunda da Beşar Esad, Suriye topraklarından kaçtı.
Bu süreçte başarıyı getiren en önemli etken hiç şüphesiz operasyonun mükemmel bir zamanlamayla yapılması oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik kapsamlı işgali nedeniyle Suriye’deki savaşı sürdürme kapasitesi çok zayıflamıştı.
Suriye rejiminin bir diğer müttefiki İran ise İsrail ile yaşanan çatışma sırasında oldukça zayıfladı. Ekim ayında Hizbullah, Lübnan’daki İsrail kara işgaline karşı kendi cephelerini savunurken Suriye’den savaşçılarını çekmek zorunda kaldı. Hizbullah, 26 Kasım’da İsrail ile bir ateşkese varmış olsa, Suriye sınırlarında yeniden savaşa katılacak kadar güçlü değildi. Hal vaziyet böyleyken de muhalifler için daha iyi bir zaman kalmamıştı.
Beşar Esad’ın Kaçışı
Şam’ın düşmesinin ardından, Beşar Esad’ın başkentten ayrıldığı ve Rusya ya da Birleşik Arap Emirlikleri’ne sığındığına dair haberler ortaya çıktı. İlk başta bu haberler doğrulanmasa da, muhaliflerin başkanlık sarayını kontrol altına almasından kısa bir süre sonra Esad’ın ailesiyle birlikte Suriye topraklarından ayrıldığı teyit edildi. Bazı kaynaklara göre, Esad ailesi Rusya’nın sağladığı bir uçakla Moskova’ya sığındı. Kaçış sürecinin gizlilik içinde yürütüldüğü ve rejimle bağlantılı üst düzey yetkililerin de Esad ile birlikte hareket ettiği bildirildi.
İlk bilgilere göre Esad’ın İlyuşin İl-76T tipi bir Rus uçağıyla seyahat ettiği belirtilmişti. Sonrasında Flightradar servisinin verdiği görüntülerde bir Il-76T tipi uçağın pazar günü Suriye’de radar ekranlarından kaybolduğu görüldü. Flightradar ekibi konuya ilişkin, “Dün gece Suriye semalarında bir İlyuşin İl-76T uçağının uçuşunu izledik. Şam’dan kalkan uçağın sinyali, Humus kenti yakınlarında kayboldu” açıklamasında bulundu.
Uçağın kaybolmasının ardından ortaya çıkan uçak kazasıyla ilgili söylentiler, Esad’ın ölüm ihtimalini de gündeme getirmişti. Ancak aynı gün içinde Esad’ın nerede olduğuna dair bilgiler geldi.
Rus devlet medyası TASS’ın haberine göre, Esad ve aile üyeleri Moskova’ya geldi ve Rusya onlara sığınma hakkı sağladı. Rusya’nın devlet medyası TASS, Kremlin’deki bir kaynağa dayanarak, Esad ve aile üyelerine Rusya’nın başkenti Moskova’da sığınma hakkı tanındığını bildirdi.
Esad’ın kaçışı, uluslararası camiada geniş yankı uyandırdı. ABD ve Avrupa Birliği, Suriye’deki bu gelişmeyi olumlu bir adım olarak değerlendirirken, İran ve Rusya gibi rejimin müttefikleri, süreci temkinli bir şekilde izledi. Esad’ın en yakın müttefiklerinden Rusya, bugün yaptığı açıklamada Esad’ın Suriye’den ayrıldığını doğruladı ancak nerede olduğunu veya Moskova’nın kendisine sığınma hakkı verip vermediğini açıklamadı.
Rejimin Çöküşünün Sonuçları
Beşar Esad rejiminin çöküşü, Suriye’de otoriter yapının sona ermesiyle birlikte yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Ancak bu gelişme, ülkede bir siyasi boşluk yaratabilir. Muhalif grupların geçiş sürecini yönetmek üzere ulusal birlik hükümeti kurma çabaları başarılı olursa Suriye için bir istikrar dönemi başlayabilir. Ancak bu süreçte, farklı muhalif gruplar arasındaki rekabetin yeni bir kriz yaratma riski de bulunmaktadır.
Suriye’deki bu değişim, bölgesel dengeler üzerinde derin etkiler yaratabilir. İran ve Rusya’nın yeni duruma uyum sağlamak için diplomatik girişimlerini artırması beklenirken, Türkiye’nin yeni Suriye hükümeti ile ilişkileri güçlendirmek için yoğun bir diplomasi trafiği yürüteceği ve bölgede hâlihazırda büyük güç kaybeden terör örgütlerine yönelik operasyonlar düzenleyeceği öngörülmektedir. Sürecin gidişatı, Suriye’nin geleceği ve bölgedeki dengeler üzerinde belirleyici bir rol oynayacaktır.
Sonuç
Baas Partisi’nin 1963 yılında iktidara gelişi, Suriye’nin siyasi tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Parti, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştiren ideolojisiyle ülkenin toplumsal yapısını köklü bir şekilde dönüştürmeyi hedeflemiştir. İktidarının ilk yıllarında gerçekleştirilen toprak reformları, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılması gibi halkın desteğini kazanan politikalar, başlangıçta önemli bir başarı olarak görülmüştür. Ancak, parti içindeki derin bölünmeler ve otoriter yönetim anlayışı, rejimin uzun vadeli istikrarını zayıflatmıştır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler, Baas Partisi’nin ilerleyen yıllardaki liderlik yapısını ve siyasi vizyonunu şekillendirmiştir. Bu yapısal dönüşüm, özellikle Hafız Esad’ın liderliği altında rejimin otoriter karakterini pekiştirmiştir.
1970 yılında Hafız Esad’ın Düzeltici Hareket ile iktidara gelmesi, Suriye’nin siyasi istikrarını yeniden tesis etmekle birlikte otoriter yönetim anlayışını daha da derinleştirmiştir. Esad, güçlü merkezi yönetimi aracılığıyla Suriye’nin ulusal kimliğini yeniden tanımlamış ve Baas Partisi’ni ülkenin siyasi sisteminin temel taşı haline getirmiştir. Bu dönemde hayata geçirilen ekonomik reformlar ve dış politikada izlenen stratejiler, Suriye’yi bölgesel bir aktör konumuna taşımıştır. Ancak, bu süreçte uygulanan baskıcı yöntemler ve yaygın insan hakları ihlalleri, rejimin uluslararası arenada yoğun eleştirilere maruz kalmasına yol açmıştır. Hafız Esad’ın liderliği, yalnızca dönemin siyasi dinamiklerini değil, aynı zamanda Suriye’nin gelecekteki siyasi kimliğini de şekillendiren bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.
Esad rejiminin baskıcı yönünü en açık şekilde ortaya koyan olaylardan biri, 1982 yılında gerçekleşen Hama Katliamı’dır. Bu trajik olay, rejimin muhalefeti bastırmak adına kullandığı sert yöntemlerin ve mezhepsel gerilimlerin toplumsal çatışmalara nasıl zemin hazırladığının somut bir örneğini teşkil etmektedir. Rejimin otoritesini koruma çabaları, mezhepsel ayrışmaları derinleştirirken Suriye’nin toplumsal yapısında kalıcı yaralar açmıştır. Bu baskıcı yaklaşım, Hafız Esad’ın ölümünden sonra oğlu Beşar Esad’a devredilen siyasi mirasın da temel unsuru olmuştur.
2000 yılında Hafız Esad’ın ölümünün ardından iktidara gelen Beşar Esad, reform vaatleriyle umut verici bir başlangıç yapmıştır. Ancak 2000-2011 yılları arasında yürütülen bu reform girişimleri, rejimin otoriter yapısını dönüştürmekte başarısız olmuştur. Ekonomik liberalleşme girişimleri ve sınırlı siyasi reformlar, halkın geniş kesimlerinde beklentileri karşılamaktan uzak kalmıştır. Bu reformların yetersizliği, Suriye’nin hem siyasi hem de toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Beşar Esad’ın iktidarı, geriye dönük bir perspektiften değerlendirildiğinde, Suriye’deki güncel krizlerin tarihsel kökenlerini anlamak için kritik bir dönemi işaret etmektedir.
2011 yılında Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan halk hareketleri, Suriye’de uzun süredir birikmiş olan toplumsal hoşnutsuzluğun açığa çıkmasına neden olmuştur. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da birçok ülkede siyasi rejimlerin çöküşüne yol açan bu süreç, Suriye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını derinden sarsmıştır. Otoriter yönetim, ekonomik eşitsizlikler ve etnik-mezhepsel gerilimler, ülkede baş gösteren çatışmaların temel nedenleri arasında yer almıştır. Barışçıl protestoların kısa sürede silahlı çatışmalara dönüşmesi ve uluslararası aktörlerin bu sürece müdahil olması, krizin derinleşmesine yol açmıştır. İç savaş sürecinde radikal grupların yükselişi, Suriye’deki toplumsal yapıyı daha da karmaşık hale getirmiştir.
Esad rejiminin çöküşü, Suriye için yeni bir dönemin başlangıcını işaret etmektedir. Uzun süren iç savaşın ardından ülkenin yeniden inşası ve siyasi istikrarının sağlanması, uluslararası toplumun desteğiyle mümkün olabilecektir. Beşar Esad’ın ülkeden kaçışı, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirirken, Suriye halkı için özgürlük ve demokrasi umutlarını artırmıştır. Ancak, bu sürecin başarılı olması, muhalif gruplar arasındaki iş birliği ve uluslararası destek mekanizmalarının sürdürülebilirliği ile yakından ilişkilidir. Babadan oğula devredilmiş olan 61 yıllık Esad rejiminin sona ermesi, hiç şüphesiz yalnızca Suriye için değil, Orta Doğu’nun siyasi dengeleri açısından da bir dönüm noktası olarak tarihe not edilecektir.