[wpcc-iframe src=”https://open.spotify.com/embed-podcast/episode/6uMQT9YSsf0vXMMJcb2aJs” width=”100%” frameborder=”no” height=”152″ scrolling=”no” allowtransparency=”true” allow=”encrypted-media”]
II. Dünya Savaşı’nın ardından “ideoloji” odaklı başlayan egemenlik mücadelesinde ABD, yükselen “komünist” dalgaya karşı farklı politikalar izlemeye başladı. Dünya iki ekonomi modeli önerisiyle bölündü ve ABD “kapitalist” modele öncülük ederken Rusya, “komünist” modele öncülük etti. Bu iki dalganın seyrine ayak uydurmaya çalışan savaş yorgunu devletler için öncelik, toparlanma aşamasını sağ salim atlatabilmekti.
Savaştan çok yönlü bir yıpranmışlıkla çıkan Avrupa’yı kalkındırmadığı ve buradaki güvenliği tesis edemediği sürece, Rusya tehdidinin daimi bir problem olduğunu düşünen ABD, geleneksel Amerikan dış politikasında radikal bir değişime doğru gitme kararı almıştı. Bu bağlamda esas itibarıyla Türkiye ve Yunanistan’a askerî yardımın öngörüldüğü Truman Doktrini, değişimin ilk dalgasını oluşturdu.
Truman Doktrini’nin ardından yardımların “ulusal” düzeyden “bölgesel” düzeye getirildiği Marshall Planı gündeme geldi. Marshall Planı’nın Truman Doktrini’nden başlıca farkları; ekonomik tamir üzerine yoğunlaşılması ve girişimi engellemeye kalkanların ABD’nin direnişi ile karşılaşacağına dair açık mesajıydı. Aslında bu mesajın bir diğer aşikar kısmı, Avrupa’daki komünist partilere yönelik açık bir ihtar oluşuydu. ABD Başkanı Harry Truman, 3 Nisan 1948’de planı imzaladı ve Soğuk Savaş’ın şiddetlenmesine kadar devam edecek olan yardımlar resmi olarak başlamış oldu.
Savaştan yıpranmış bir şekilde çıkan devletlerin ekonomilerine katkı sağlaması adına oluşturulduğu aktarılan Marshall Planı, ABD ekonomisini olası bir durgunluktan da kurtarmıştı. Öyle ki 1929-1940 yılları arasında ABD şirketlerinin Avrupa yatırımları %1.5 artarken; 1947-1950 yılları arasında madencilik sektöründe %38, sanayii ürünlerinde %58, petrol ürünlerinde %143 artış görüldü. Bu artış sonraki yıllarda da devam etti. Neticede plandan en büyük kârı sağlayan, plan sahibi oldu.
Marshall Planı, Türk savunma sanayiini sekteye uğrattı
İlk etapta ABD, Türkiye’yi yardım planına dahil etmemeyi düşünürken Sovyet faktörü bu durumu değiştirdi. Bu doğrultuda 8 Ekim 1948’de Türkiye de imzayı attı ve ilk kez Dünya Bankası’na 150 milyon dolarlık borcumuz kayıtlara geçmiş oldu. Türkiye, II. Dünya Savaşı esnasında yürüttüğü denge politikasıyla nitelikli insan kaynağı da dahil olmak üzere pek çok kaynağın muhafazasını sağladı. Savaş boyunca ihracatın, ithalattan fazla olması nedeniyle altın ve döviz rezervlerinde birikim sağlanmıştı. Türkiye’nin fikri bu kaynakları başta savunma sanayii olmak üzere kritik alanlarda kullanmak olduysa da ABD’nin yardımı yönlendirme planı, bu fikri sekteye uğrattı.
II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan koşullar ve Marshall yardımları gibi süreçler sonucunda müttefik ülkelerce savunma ürünlerinin arz fazlasının hibe edilmesi, yerli savunma sanayii üretiminde kazanılan ivmenin kaybedilmesine sebep oldu. Türkiye her ne kadar savaş sürecinde birikim yapmış olsa da bu birikimi kullanmak için yeterli ve güçlü savunma sanayii burjuvazisi bulunmuyordu. Ama üretim kabiliyeti açısından belli bir gelişme göstermek adına çeşitli faaliyetler vardı. Bunlardan ilki kurulan ilk uçak fabrikası ve Vecihi Hürkuş öncülüğünde üretilen ilk uçak projesiydi. Bu üretimlerde, farklı ülkeler tarafından sipariş gelmesine sebep olacak kadar iyi bir gelişme kaydediliyordu. Ancak devam eden süreçte Marshall Planı faktörü, durumu değiştirdi.
1948-1952 yılları arasında Türkiye’ye yardım yapılması için imzalanan plan kapsamında Türkiye’ye uçak ve motor verilmesi kararı, Etimesgut Uçak Fabrikası’nın çalışmalarını sekteye uğrattı. Bu dönemde fabrikanın yeterli sipariş alamaması, yönetimin hatalı politikalarının sonucudur. Çünkü dönem yöneticilerinin yerli üretime yönelik bir güvensizlik hali vardı ve bu durum, Türk savunma sanayiinin yıllarca geri kalmasını sağlayacak bir kangrene sebep oldu denilebilir.
Marshall Planı’na dahil olurken dönemin savunma sanayii çalışmalarında önemli bir noktaya gelebilecek potansiyelinin olduğunu gösteren Türkiye, yardımların ardından adeta bir “tarım” devletine dönüşmüştür.
ABD’nin politikalarında Dedeağaç etkisi devam ediyor
ABD’nin komünist tehdidi engellemek için gösterdiği çabaları körükleyen sebeplerden biri de Sovyet rejiminin Dedeağaç’ta bir üs kurma niyeti olmuştu. Stratejik olarak önem arz eden bölgenin, tehdit teşkil edecek bir gücün elinde bulunması durumunda Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nın tehlikede olması söz konusudur. Dedeağaç, Türk nüfusun yoğunlukta olduğu Batı Trakya bölgesinde bulunması hasebiyle önem arz etmektedir. Bu vesileyle Türkiye için tampon bölge olarak adlandırabileceğimiz alan, son dönemde Yunanistan’ın talebiyle ABD’nin askeri üs kurma girişiminden dolayı gündeme geldi.
Sovyet yönetiminin Dedeağaç’ta bulunma niyeti üzerine tehlikeye giren ülkelere yüklü miktarda yardım yapmak isteyecek kadar bölgeye önem veren ABD’nin, son dönemde giriştiği askeri varlık faaliyeti tansiyonu artırdı. Çünkü bu gelişme ABD’nin; Dedeağaç, Bulgaristan ve Romanya üzerinden yeni bir hat oluşturarak Türk boğazlarının stratejik değerini düşürme planı olarak değerlendirildi.
Şubat 2021’de Yunanistan ve ABD’nin ortak tatbikatı sonrasında ABD kuvvetleri Dedeağaç’a yığınak yapmaya başladı. Dedeağaç Barış Komitesi duruma tepki gösterdi ve “ABD-NATO-AB ülkemizi ölüm saldırı mevzii haline, halkımızı da olası bir savaşta hedef haline getiriyorlar.” ifadeleriyle karşılık verildi. Ancak verilen tepkilerin durumu değiştirmemesi bir yana, daha geçen günlerde ABD’nin Dedeağaç’ın ardından Selanik, Volos, Girit ve Kavala’ya yeni üsler kuracağına ilişkin bilgiler basında yer aldı. Yunan haber kaynağından aktarılana göre ABD, Türkiye’nin S-400 meselesindeki tutumundan rahatsız oldu ve bu sebeple ABD Başkanı Biden, Yunanistan Başbakanı’ndan yeni askeri üsler kurulmasını istedi.
Bu durum Soğuk Savaş bitse de devletlerin reflekslerinin değişmeyen karakterine yeni bir örnek oldu. Marshall’a giden süreçte ABD’nin politikalarını derinden etkileyen Sovyet tehdidiydi ve Türkiye’nin Rusya ile bir yakınlaşma halinde olmasına tahammül yoktu.
Bugün Türkiye’nin savunma sanayiindeki gelişimini verimli bir şekilde ilerletmesinin Yunanistan nezdinde oluşturduğu tedirginlik yer yer Yunan basınında kendisini gösteriyor. Yunanistan, tehdit olarak algıladığı gelişimler karşısında ABD’nin kanatlarına sığınma refleksi gösteriyor ve bunu fırsat bilen ABD’nin bölgedeki askeri konuşlandırmaları, Türkiye için güvensiz bir senaryonun habercisi olma özelliği taşıyor.
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi