Osmanlı Devleti’ni hasta adam imajından kurtarmak için döneminde izlediği politikası, halkına merhametli yaklaşımı, dış mihraklı tehditleri fırsatlara çevirebilmesi, ileri görüş ve parlak zekasıyla günümüzde yönetici ve yönetilenlere örnek olacak bir padişah: II. Abdülhamid Han.
Osmanlı padişahlarının 34’üncüsü, nam-ı diğer Ulu Hakan. Emperyal devletlerin Osmanlı’yı bölmeye çalıştığı, iç karışıklıkların olduğu bir zamanda tahta oturan II. Abdülhamid 21 Eylül 1842’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Sultan Abdülmecid ve annesi Tirimüjgan Hatun’dur.
Dil, mûsikî, tarih eğitimi
II. Abdülhamid Farsça hariç İngilizce, Arapça ve Fransızca’yı ileri derecede bilen bir padişahtır. Osmanlı tarihine hâkim, Guatelli ve Lombardi isimli İtalyan hocalardan da mûsiki eğitimi almıştır. Amcası Abdülaziz, şehzadeyken Abdülhamid’le ilgilenmiştir. Şehzadelik döneminde Mısır’a ve Avrupa’ya ziyaretlerde bulunmuştur. Padişahlığı döneminde Osmanlı’nın çöküşünü yavaşlatmak ve ülkeyi Avrupalı devletlere yem etmemek için Avrupa’da oluşan denge politikasını dikkate alan (bununla ilgili sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurmuş ve yerli-yabancı ilim adamlarından dış politika konusunda yararlanmıştır), oradaki her türlü gelişmeyi takip eden ve Osmanlı’ya intibakına çalışan bir padişah olmasında keskin zekasının dışında şehzadelik zamanında doğu ve batıda bulunmasının da etkisi olduğu söylenebilir.
Ülkenin birlik ve bütünlüğü kırmızı çizgisi
Osmanlı’nın bölünmeye çalışıldığı, iç karışıklıkların olduğu o zamanlar, meşruti ve anayasası olan bir devlete sahip olmak isteyenler V. Murad’ı indirdikten sonra 31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamid’i tahta oturtmuşlardır. Amcası Abdülaziz’in döneminde yaşanan Bosna-Hersek Bulgar ayaklanmalarına, kardeşi V. Murad zamanında Sırbistan ve Karadağ savaşları da eklenmişti. Desteklenen isyanlar ve mali sıkıntıların yaşandığı böyle buhranlı bir dönemde II. Abdülhamid, karamsar havadan çıkarak halkın içine karışan ve halkla birlikte namaza duran, onları dinleyen, devlet yetkilileriyle istişare eden bir padişahtı. Nitekim devletin ilk meclisi olan Mebusan Meclisi II. Abdülhamid’in izniyle kurulmuştur. Devletin her tebaasından olan vatandaşların mecliste vekil olmasına izin vermiştir fakat devletin varlığını muhafaza etmek için milli çizgi düsturundan bir an olsun vazgeçmemiştir. Tahtta bulunduğu süre içinde dışardan gelen yıkıcı müdahalelere karşı koymuş; dışarıdan yapılan kışkırtmalarla “vatan”, “hürriyet”, “eşitlik” gibi kavramlarla nara atanlara karşı her daim itidalli olma yolunu tercih etmiştir. İttihat ve Terakki Teşkilatı yeni kurulmaya başladığı zamanlar Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne ve askeri okulların aynı çatı altında -ileride yapacakları ihtilal fikri üzerine- örgütlenmeye başladığı haber alındığında okuldan uzaklaştırılma cezası alan 9 teşkilat üyesini -öğrencilik faaliyeti olarak değerlendirdiği için- affetmesi hem itidalli hem de merhametli bir padişah oluşuna örnektir.
Tehditleri fırsata çevirdi
Devletin varlığını muhafaza etmesi için milli duruş sergileyen II. Abdülhamid’e isyancılar ne kadar düşman kesilseler de parlak zekalı ve mevcut durumu çok iyi yöneten biri olduğunu gözden kaçırmışlardır. Nitekim suikast girişiminde bulunan komitecilerden biri olan Jorris isimli isyancıyı Avrupa’daki komitecilik konusunda devlete bilgi vermesi karşılığında (500) altın vererek affetti. Bu aynı zamanda Ulu Hakan’ın devlete istihbarat sağlama konusunda tehdit olan bazı durumları fırsata çevirme becerisine sahip olduğunu gösteriyor.
Tedbir en büyük silahıydı
II. Abdülhamid’in önemli özelliklerinden biri de “tedbirli” olmasıdır. Şüpheci yapıya sahip olması da bu durumu artırmıştır. Fakat tedbirli davranması; Avrupalı devletlerin Osmanlı’nın iç işlerinden haberdar olmaları için Osmanlı devlet adamlarını kullanmaları, daha önceki bazı padişahların tahttan indirilmesi ve I. ve II. Çırağan vakalarının yaşanması gibi hadiselerden de kaynaklanmaktadır. Bunun için güvendiği devlet adamlarının desteğiyle devlet idaresini Yıldız Sarayı’na toplamaya başladı. Kendisine şüpheci diyenlere karşı da aslında gafil olmadığını “Beni evhamlı sanıyorlardı hayır! Ben sadece gafil değildim o kadar.” diyerek belirtmiştir.
Cömert bir padişah
II. Abdülhamid tahta geçtiğinde karşısında bulduğu şeylerden biri de devletin önceki dönemlerden kalan borçlarıydı. Amacı devleti ağır borç yükünden hızlı bir şekilde kurtarmak olan Ulu Hakan, borçları bir nebzeye kadar indirmişti. Buna rağmen tahttan indirilmesi için toplanan Meclis-i Milli azaları tarafından hal fetvası yazdırıldı. Fetvadaki maddelerden biri de II. Abdülhamid’in devlet hazinesini israf ettiği yönündeydi. Dört tarafı düşmanla çevrilmiş Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan korumak için büyük çaba gösteren II. Abdülhamid yalnız kalsa da Fetva Emini Hacı Nûri Efendi kendisinin devletin malını israf etmediğine kanaat getirdi ve hal fetvasını imzalamamak için direndi. Müsrif olduğu iddiaları, II. Abdülhamid’i tahttan indirmek için isyancılar tarafından ortaya atılmış büyük bir iftiradan başka bir şey değildir. Aksine cömerttir; çünkü hazinenin yetmediği durumlarda şahsi mal varlığından devlete takviye yapmış ve bunu geri almamıştır. Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi’ni ve Dârülaceze’yi kendi şahsi mal varlığını kullanarak yaptırması da cömert oluşuna diğer bir örnektir.
Varlığı milletimize ışık tutacak
Devletin içerden ve dışardan müdahalelerle yıkılmaya çalışıldığı son zamanlarda Avrupalı devletlerin sinsi planlarını görmeyen içerideki isyancılar karşısında yalnız bırakılmasına rağmen ileri görüşlülüğünden vazgeçmeyen, bir damla Türk toprağının verilmesine karşı büyük çaba sarfeden, ülkenin hasta adam imajını yıkarak savaşmamak üzere en yeni silahları alarak silahlanan ve askerî rekabet ortamında yerini alan Ulu Hakan’ı vefatının üzerinden geçen 103 yılın ardından döneminde izlediği politikaları, tebaasına gösterdiği merhameti, tüyü bitmemiş yetimin hakkına duyduğu hassasiyeti ve olaylar karşısında mutedil tavrı günümüzde yöneticilerimize ve milletimize ışık tutacaktır.
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi