Asya kıtasının tam ortasında yer alan Doğu Türkistan bölgesi, Tanrı Dağları ve Taklamakan Çölü ile çevrelenen her yönüyle güzide bir coğrafyadır. Türklerin ana yurdu, Türk kültürünün vazgeçilmez parçası Tanrı Dağları; bugün, kadim Türk tarihinin esas unsurlarına ev sahipliği yapmış olan Türkistan topraklarının doğusunda, Çin’in havsalaya sığmayan zulmüne şahitlik etmektedir.
Doğu Türkistan bölgesi 1949 yılından bu yana, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) esareti altında olmakla beraber, Çin’in “küresel güç” olma yolunda izlediği “Büyük Çin” projesinde Batı’ya açılan kapı görevi görmektedir. Büyük Çin idealleriyle oluşturulan harita planının, çok eski zamanlara dayandığı tespit edilmiştir. Büyük Okyanus’tan Hazar’a kadar uzanan bir ülkeye sahip olma idealinden oluşan Büyük Çin projesiyle ortaya çıkan işgal güzergahının, Han ve Tang hanedanlıklarının en güçlü dönemlerinde ele geçirilen topraklarla paralel bir çizgide olduğu görülmektedir.
ÇHC’nin farklı etnik unsurları Çinli halka benzetme üzerine kurulu, geçmişten bugüne kabul edilmiş bütün insan hak ve hürriyetlerini hiçe sayan; saygısızlığın ötesinde “zalimlik” derecesinde faaliyetler yürütülmesine sebep olan sorunlu milliyetçilik anlayışı, bugün binlerce Uygur Türkünün çaresiz çığlığının nedeni olmaktadır.
“Yeni Toprak” – “Şin Cang”
Çin’in Doğu Türkistan’ı işgalinin hızlandığı dönem 1755 yılına tekabül etmektedir. 1755’te Cungarlar ve Çin arasında yapılan ittifak sonucunda, Çin askerlerinin Doğu Türkistan’a girmesiyle 110 yıllık I. Çin İstilası dönemi başladı. 1865’te Muhammed Yakup Kuşbey (Yakup Bey) iktidarı elde edince, Doğu Türkistan’ı birleştirdi ama bu zaferin ömrü çok uzun olmadı. Nitekim 1877’de Yakup Bey’in vefat etmesiyle Çin, işgal faaliyetlerine devam etti. 18 Kasım 1884’te II. Çin İstilası başladı.
Çin kaynaklarından Kiu Wu Tai (974) adlı eserde ‘Uygur’ adının manası “Şahin sürati ile dolaşan ve hücum eden” şeklinde açıklanmaktadır. Ancak aradan geçen yüzlerce yılın ardından heybetli tanımların yerini, hukuksuz işgallerin temsili olan isimlendirmelerin aldığı görülmektedir. Öyle ki, 1884 yılında Doğu Türkistan bölgesi Çin İmparatorluğu’nun emriyle “Yeni Toprak” manasına gelen “Şin Cang” adını almıştır.
1844’ten 1944’e kadar II. Çin İstilası olarak isimlendirilen süreçte, Çin tam istikrar sağlayamadı. 1933-1944 arasında geçen 10 yıllık süreçte, 2 milli devlet kuruldu. 1933’te Milli İhtilal Komitesi tarafından Şarkî Türkistan Türk-İslam Cumhuriyeti ilan edildi. Şarkî Türkistan Türk-İslam Cumhuriyeti Ruslar, Çinliler, Durganlar ve Hoca Niyaz Hacı ittifakı karşısında 1934 yılında yenik düştü.
II. Dünya Savaşı esnasında, Doğu Türkistan meselesinin, Çin’in yanı sıra Rusya’yı da had safhada rahatsız ettiği görülmektedir. Türk coğrafyasında emperyal hedefler güden ve din, dil ve kültür gibi; bir milletin can damarı olan unsurlar üzerinden parçalama/işgal politikaları yürüten Rusya, Doğu Türkistan hareketinin Batı Türkistan’a tesir etmesinden korkarak Çin ile birlikte hareket etmiştir. Neticede bu dönemde Doğu Türkistan’ın başat bölücü ve işgalci unsuru olarak Çin’in yanı sıra Rusya faktörü de etkilidir.
7 Kasım 1944’te ilan edilen Şarkî Türkistan Cumhuriyeti, Çin Komünist Partisi ile birlikteydi. Ancak çeşitli ayrılıkların cereyan etmesiyle bu oluşum da uzun ömürlü olmadı ve 1949’da Doğu Türkistan’ın, bugüne kadar sürecek olan işgali başladı.
Sayısız savaşın ardından yapılan anlaşmalarla inşa edilen günümüz dünyasında, adaletsizlikle karşı karşıya kalanların başvurabileceği hukuki düzenlemeler kağıt üzerinde birkaç söz olmaktan ileri gidememektedir. Bu durumun önde gelen örneklerinden biri, BM tarafından 1948’de onaylanan “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması” sözleşmesinde yer alan suçların hepsini işleyen Çin’in hala durdurulamıyor olmasıdır.
Çin soykırım suçunu işlerken bütün imkanları kullanıyor
Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak adlandırdığı bölgede çok yönlü çıkarları bulunmaktadır. Bölgenin Batı’dan gelebilecek tehditlere karşı tampon görevi görmesi, bölgede Türklerin yaşamasının Çin’in Orta Asya devletleriyle ilişkilerini kolaylaştırması; Kafkasya, Orta Asya ve Avrupa’ya açılan bir kapı olması ve elbette bölgedeki enerji kaynakları Çin için son derece kıymetlidir.
ÇKP çeşitli göç politikalarıyla bölgedeki demografik yapıyı kasıtlı olarak lehine çevirmekte, doğum yasağı ve zorunlu kürtaj uygulamalarıyla Uygur Türklerinin varlığını tamamen ortadan kaldırmaya çabalamakta ve genç nüfusun evliliklerine müdahale ederek hiçbir boşluk bırakmadan soykırım suçunu sürdürmektedir.
Bölgede yapılan soykırım faaliyetleri saymakla bitmeyecek kadar fazla olmakla beraber, “asimilasyon” kelimesiyle meseleyi daha önemsiz hale getirme girişimleri, her şeyden önce ancak Çin’in zulmüne ortak olmak manasına gelmektedir.
Son zamanlarda Uygur Türklerine yönelik işlenen soykırım suçu için uluslararası camiada yükselen sesler, sorunu çözmese de kıymetlidir. 11 Eylül olaylarında Çin’in baskıcı tutumuna bir kılıf olması niyetiyle Uygur Türklerini “terörist” olarak göstermeye çalışması, ABD nezdinde karşılık bulsa ve bu iftira onaylansa da ABD’nin güncel politikasının farklılık gösterdiği görülmektedir.
“Çin, Doğu Türkistan’ı işgal ettiği günden bugüne; Uygur Türklerinin eğitiminin engellenmesi, dini özgürlüklerin kısıtlanması, kasıtlı olarak Uygur Türklerinin işsizlik oranında artış sağlanması gibi soykırım yöntemlerini dijital olanakların fazlalaşmasıyla çeşitlendirmiştir.
ABD’li şirketler Çin’de bulunan tedarik zincirlerinde zorla çalıştırılan işçiler için çeşitli soruşturmalar başlatmış ve ABD’nin yeni başkanı Joe Biden, Doğu Türkistan’da soykırım işlendiğini açıkça dile getirmiştir. Ancak Çin’in soykırım faaliyetlerinde Amerikan şirketlerinden edindiği teknolojileri kullandığı ve bu meselenin yalnızca tedarik zincirindeki işçilere yapılan eziyetlerden ibaret olmadığı bilinmektedir. Öne sürülen tepkilerin kalıcı ve istikrarlı olması, söz konusu teknolojilerin tedarikinin engellenmesi gibi keskin yöntemlerle sağlanabilir. Ocak ayında görevine başlayacak olan Joe Biden’ın seçim kampanyasında kullandığı ifadelerin arkasında durup durmayacağı şuan için merak konusudur.
ABD’de oluşturulan veri tabanlarının, Uygur Müslümanlarının etnik temizliğiyle bağlantılı olan Çinli şirketlerle paylaşıldığı bilinmektedir. ABD’nin Çin’e sağladığı tedarik sayesinde, Uygur Türkü olanlar tespit edilmekte ve ardından toplama kamplarına gönderilerek çeşitli işkencelerle karşı karşıya kalmaktadır. Açık kaynaklardan edinilen bilgilere göre, buradan çıkabilen kişiler kalıcı fiziksel ve zihinsel hasarlara sahip olmakta veya çoğu kişi zaten kurtulamadan öldürülmektedir. Doğu Türkistan uzmanı Adrian Zenz tarafından yapılan bir araştırma, istatistikî olarak da soykırım gerçeğini desteklemektedir. Zenz’in yayınlanan hükümet listelerinden yola çıkarak açıkladığı bilgilere göre, toplama kamplarında yüzlerce Uygur Türkü bulunuyor. Toplama kamplarının %27’sini oluşturan bu listeler, aile reislerinin %50’sine denk geliyor. Araştırmacı 2019’da yaptığı tahmine göre bu oranı, 1 milyon 800 bin kişi olarak açıkladı.
Çin’in, Huawei gibi Çin menşeli şirketler bünyesinde etnik tespit yapabilen teknolojiler ürettiği biliniyor. Bu durum Çin’in soykırım suçuna devam etmekte hiçbir beis görmediğinin bir göstergesi ve maalesef yükselen seslerin etkisizliğinin kanıtıdır.
Uygur Türklerinin yaşamını her alanda kısıtlayan ve baskı altında tutan Çin, bugün yeni teknolojileri de kapsar biçimde hiçbir boşluk bırakmadan soykırım gerçekleştirme gayretini devam ettirmektedir. Çin, “tespit” noktasında çalışmalarını sürdürmektedir. Tespit edilen Uygur Türklerinin son durağı “toplama kampları” veya 21. yüzyılın “ölüm zindanları” diyebileceğimiz utanç mekanlarıdır.
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi