2011 yılından bu yana istikrarsızlık ve iç savaş durumuyla karşı karşıya olan Libya’da son yaşanan gelişmeler “ABD Libya’daki milisleri terhis etme planını hayata mı geçiriyor?” sorusunun ortaya çıkmasına sebep oldu.
ABD, 2012 yılında Bingazi’deki ABD Konsolosluğuna gerçekleşen saldırı ve Büyükelçi Chris Stevens’in öldürülmesi olayından sonra Libya’da “sınırlı müdahale” ve “uzaktan dengeleme” stratejilerini benimsemiş, Muammer Kaddafi rejiminin devrildiği 2011 sonrası iç karışıklığa sürüklenen ülkeyi radikal gruplara karşı terörle mücadele sahası olarak görerek yeniden pozisyon almıştır. 2016 sonrası Libya’da BM Libya Misyonu (United Nations Support Mission Libya – UNSMIL) üzerinden diplomatik süreçlere angaje olan ABD’nin 2021 yılının Aralık ayında yapılması planlanan seçimlerin iptal edilmesiyle birlikte Libya siyasetini üst düzey güvenlik yetkilileri aracılığıyla sürdürdüğü gözlemlenmektedir. Süreç içinde ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı William Burns ve AFRICOM Komutanı General Michael Langley, Kuzey Afrika ülkesine ziyaretler gerçekleştirmiş ve ordunun birleştirilmesi başta olmak üzere Rus Özel Askeri Şirket (ÖAŞ) Wagner’in bölgeden tasfiye edilmesi ve petrol tesilerin güvenliği gibi konuları gündeme taşımışlardır. Daha genel hatlarıyla bakmak gerekirse ABD’nin Libya’daki politikaları üç başlık altında toplanabilir. Bunlar; enerji güvenliği ve küresel enerji piyasalarının istikrarına bağlı olarak Libya’daki petrol ve doğal gaz akışının kontrol altında tutulması, Rusya’nın dengelenmesi (NATO’nun güney kanadında faaliyet alanı kazanmasına karşı) ve ABD Afrika Komutanlığının (AFRICOM) askeri ve lojistik operasyonların gerçekleştirilmesinde kritik noktaya sahip Libya’da sınırlı da olsa askeri varlığın sürdürülmesidir.
Bu bilgiler ışığında Fransa merkezli African Intelligence’da (AI) geçtiğimiz hafta yayınlanan bir analiz, ABD’nin Chemonics International şirketi aracılığıyla Libya’daki milis grupları silahsızlandırma girişiminde olduğunu aktarmıştır. İlgili analiz, Chemonics’in Libya’daki farklı silahlı grupları belli bir mekanizma ve takvim dahilinde silahsızlandırma terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) programlarına dahil edeceğini ileri sürmektedir. Kuruluş itibarıyla kalkınma ve ekonomik konularını merkeze alan firma, daha önce pek çok çatışmadan etkilenmiş ya da donmuş çatışma özelliğine sahip az gelişmiş Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkesinde aktif faaliyet göstermiş ve göstermeye devam etmektedir. Bunlardan bazıları; Afganistan, Filipinler, Pakistan, Nijerya, Etiyopya, Kongo ve Libya’dır. Chemonics firması, 2011 yılından beri “Libya Geçiş Girişimi” (Libya Transition Initiative) adlı proje üzerinden ülkedeki ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlara yönelik çözümler geliştirmektedir. Bununla beraber daha önce Fizan bölgesindeki ekonomik kaynakların ve fırsatların geliştirilmesine yönelik hayata geçirilen Libya Ekonomik Canlandırma Projesi (LEAP), ABD Kalkınma Ajansı (USAID) tarafından finanse edilmiştir. USAID, ABD’li şirketin ana yüklenici olduğu bu projeye yaklaşık 3 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştır. Öte yandan Chemonics’in Libya Geçiş Girişimi projesinin üçüncü ayağındaki önemli alt başlıklardan birisi, Libya’daki barış ve istikrar ortamını sağlamak adına sivil katılımı ve toplumsal diyalog mekanizmalarını geliştirmektir. Zamanlama ve bağlamı açısından bu girişim, Washington yönetiminin Libya güvenlik bürokrasisinde bazı planlamalara sahip olduğunu göstermektedir.
Kırılgan güvenlik sektörü ve iç/dış dinamikler
Zamanlama açısından Chemonics’in STyE süreçlerine yönelik potansiyel girişimi, Libya’daki kırılgan güvenlik sektörünü direkt olarak etkileyebilir. Bu anlamda AI’da çıkan haberden bir gün sonra Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Yunusbek Yevkurov, Bingazi’de doğudaki milis güçlerin lideri Halife Hafter ile resim vermiştir. Yerel kaynaklara göre, görüşmelerde Yevkurov’un Afrika’da kurumsal ve kalıcı bir Rus askeri birlik oluşturma amacından Hafter’e bahsettiği aktarılmıştır. Rusya açısından Wagner’in indirgenme sürecinin ardından Afrika’daki askeri angajmanların sürdürülebilirliği ve esnekliği için Libya’yı (Hafter’i) coğrafi ve enerji kaynakları bakımından sahip olduğu stratejik konumu sebebiyle vazgeçilmemesi gereken bir müttefik haline getirmektedir. Bu noktada Moskova’nın Libya’nın batısındaki kurum ve aktörler üzerinde etkin olan ABD’ye karşı dengeleme araçlarını (Wagner ve Hafter) kaybetmek istemediği söylenebilir.
Bu kısa altyapının ardından bir parantez açmak gerekirse Libya’daki güvenlik sektörü, siyaseti ve ekonomik ilişkiler üzerinde belirleyici etkiye sahiptir. Farklı ajanda, motivasyon ve çıkar saiklerine sahip olan milis gruplar, 2011 yılından günümüze diyalog mekanizmalarını akamete uğratmakta ve belli aralıklarla patlak veren iç savaşların temel sorumlusu olarak görülmektedir. John Stedman’ın ‘bozguncu modeli’ teorisi, Libya’daki tabloyu özetlemektedir. Barış çalışmaları ve çatışma çözümü kapsamında odaklanılan ‘bozguncu’ (spoiler) kavramı, barış inşa süreçlerinde uygulamaya alınan barış anlaşmalarının ve istikrar ortamının bozulmasına neden olan aktörleri ve dinamikleri inceler. Libya örneğinde bu durum, ‘milis diplomasisi’ kavramıyla ilişkilendirilebilir. Çünkü batı ve doğudaki parçalı güvenlik yapısı, halen Libya’da askeri alternatiflerin ve çatışmaların oldukça olası olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Böyle bir atmosferde en çok prim yapan ya da kazançlı çıkan gruplar, şüphesiz ülkedeki siyasi ve güvenlik kurumları bir güç paylaşımı dahilinde elinde tutan silahlı gruplar olacaktır. Bu noktada Libya’daki milisler, son 10 yıl içinde elde ettiği ekonomik ve siyasi menfaatleri kaybetmemek adına saldırı-savunma pratiklerine başvurmakta ve siyasi mekanizmaları etkisiz hale getirmektedir. Silahlı gruplar arasında örtülü ve illegal biçimde yürütülen bu mekanizmalar, milislerin diplomatik birer aktöre dönüştüğü gerçeğini ortaya koymaktadır.
Libya’daki milisler arası dengeyi açıklayan bir diğer kavram ise Zartman’ın ‘karşılıklı katlanılmaz maliyet teorisidir. Bu kavram ise çatışma çözümü veya potansiyel iş birliklerinin, tarafların bir “uzlaşmazlık noktasına” ulaştığında ve mevcut durumun devam etmesinin her iki taraf içinde kabul edilemez maliyetlere yol açtığında mümkün olabileceğine öne sürer. Başka bir deyişle taraflar, çatışmanın sürdürülemez olduğunu ve çözüm bulmanın gerekli olduğunu fark ettiğinde müzakere masasına oturabilirler. 2016 ve 2021 yıllarında ertelenen seçimler ile çıkmaza giren siyasi alan, zaman içinde tasfiye edilen (kaybedenler) silahlı grup sayısındaki artış ve ana akım askeri figürlerin ileriye dönük planlamalarındaki belirsizliğin Libya’da benzer bir ortamı yarattığı söylenebilir. Bu aşama, çatışan ya da rakip tarafları bir üst otorite arayışına iter. Libya’daki Muammer Kaddafi rejiminin bıraktığı zayıf ordu, bürokrasi ve siyasi kurumlar düşünüldüğünde bu dönüşümün bir dış aktör tarafından üstlenilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ancak buradaki bir diğer husus, sürece müdahil olan dış aktörün barış inşası kapsamında oluşturduğu STyE süreçlerini hangi yönde kullanacağı ve ne şekilde hayata geçireceğidir.
İngiliz Okulunun dayanışmacı ekolünden John Vincent, insani müdahale ve koruma sorumluluğu altında ele alınabilecek bu girişimleri, güçlü devletlerin diğer devletlere, özellikle de Üçüncü Dünya devletlerine müdahalede ‘açık çek’ olarak yorumlamaktadır. Libya örneğinde, ABD ya da Rusya’nın silahsızlandırma ile başlayıp ordu ve ulus inşasına giden bu programların öncüsü olmaları, bu aktörlere yalnız askeri değil, ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda bir hiyerarşi kazandıracaktır. Farklı alanlardaki çıkar maksimizasyonun yanında böyle bir girişim sürecin liderliğini üstlenen ülkeye değer ve normları, demokrasi adı altında entegre sistemleri empoze etmesi olanağı sunacaktır.
Sonuç
Gelinen noktada Libya’da birleşik bir ordu yapılanması, reform değil bir ihtiyaçtır. Buna yönelik çalışmalarda ‘yerel sahipliğin’ artırılması gerekmektedir. Bir diğer yol, Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde ya da Kolombiya ve Sierra Leone örneğinde olduğu gibi batılı uzmanların, akademisyenlerin ve yetkililerin içinde bulunduğu karma bir mekanizmanın oluşturularak STyE süreçlerinin başlatılması olacaktır. Eski savaşçıların topluma entegre edilmesinde ya da başka bir deyişle ‘eski savaşçı’ kimliğinden ‘vatandaş’ kimliğine geçişlerinde ortaya çıkan kimlik inşa süreci oldukça önemlidir. Bu kapsamda ilgili süreçte uygulanan ekonomik teşviklerin (istihdam, mesleki eğitimler, arazi ve finansal destekler) yanı sıra eski savaşçının hedef topluma kazandırılmasında ilgili toplumun sosyal özellikleri göz önüne alınmalıdır. Çünkü iç savaş yaşayan toplumlarda çatışma sonrası oluşan atmosfer, karşılıklı güven sorununa ve korkuya neden olmakta, eski savaşçı ve angaje edilmeye çalışılan toplum nezdinde çeşitli güvenlik kaygılarını meydana getirmektedir.
Nitekim siyasi dengeler ve dış aktörlerin krize yönelik müdahaleleri bu çözüm maddelerini en azından şimdilik rafa kaldırmaktadır. Mevcut silahlı grupların Libya’daki güvenlik sektörü, ülkenin demografik, yapısal ve siyasi özellikleri göz önüne alındığında titizlikle incelenmesi gereken bir sektör olarak öne çıkmaktadır.
Yazar: Fuat Emir Şefkatli
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi