Sudan’da Nisan ayında başlayan ve altı aydır devam eden çatışmalar, bir insani krize tanıklık ediyor. BM verilerine göre toplamda 10 bin Sudanlı hayatını kaybederken 5,6 milyon kişi yerinden edildi. Ayrıca iç ve dış göç sonucu yaşam alanlarını terk eden sivillerin %80’i genelde Eritre, Orta Afrika Cumhuriyeti (OAC), Çad, Etiyopya ve Güney Sudan gibi daha tehlikeli çatışma noktalarına geçiş yapıyorlar. Gıda ve sağlık sorunları her geçen gün daha ciddi boyutlara geliyor. Öyle ki BM, kolera salgını riskine vurgu yaparken çatışmalar sonucunda tahrip olan sağlık altyapısı, personel ve teçhizat eksikliği geri kalan hastalıklarla mücadelede yetersiz kalıyor. İklim krizine bağlı olarak verimsiz geçen hasat sezonu ve çatışmaların yarattığı tablo, gıda fiyatlarının fazlasıyla artmasına neden oldu.
Çatışmanın taraflarından Muhammed Hamdan Dagalo (Hemediti) liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri (HDG), başkent Hartum topraklarının %70’ini kontrol ederken Abdulfettah Burhan liderliğindeki Sudan Ordusu Port Sudan’daki konumunu güçlendirdi. Ancak Doğu Sudan-Hartum ve Doğu Sudan-Darfur arasında kalan siviller, güvenlik, gıda ve sağlık gibi temel hizmetlerini karşılamada zorlanmaktalar.
Çatışmanın altyapısı
Öncelikle pek çok çatışma noktasında taraflar arası kriz çözümsüzlüğe doğru ilerledikçe başlangıçta yoğun olan uluslararası ilgi yerini kayıtsızlığa ve müzakere mekanizmalarının zayıflamasına bırakıyor. Ancak Sudan’ı diğer çatışma bölgelerinden ayıran, ülkenin son 40 yıldır belli aralıklarla farklı etnik, siyasi ve çıkar odaklı grupların çatışmalarının merkezi haline gelmesidir. Dolayısıyla ülke Afrika’nın darbeler, darbe girişimleri, iç savaş ve farklı devlet dışı silahlı aktörlerden (DDSA) kaynaklı isyan hareketleri bakımından en dolu geçmişe sahip ülke konumunda. Bununla birlikte Sudan’daki ayrışmalar, tarihsel akış içinde Arap-Afrikalı, Müslüman-Hristiyan-Animist ve çoban-çiftçi şeklinde kendi içinde bir döngüye sahip. Kabileler, farklı dil ve kimlikleri ön planda tutuyor ve bu durum siyasete direkt etki ediyor.
Nisan ayında patlak veren çatışmalar ise yukarıda bahsedilen etkenlerin haricinde Sudan siyasi ve askeri bürokrasisinde iki mutlak aktör haline gelen Burhan ve Hemediti arasındaki güç mücadelesine dayanıyor. Bundan hareketle temel anlaşmazlığın Aralık 2022’de ülkenin demokratik geçişine zemin hazırlayan siyasi anlaşma olduğu söylenebilir. Biraz daha geriye gitmek gerekirse, hali hazırda bir güç mücadelesi içinde olan Burhan ve Hemediti’nin ilişkisi yakın geçmişte 30 yıllık Ömer Beşir rejiminin devrildiği askeri darbeye uzanıyor.
HDG, o dönemki adıyla Cancavit milisleri olarak Güney Sudanlı isyancılara karşı Darfur savaşında Beşir tarafından finanse edilen bir paramiliter oluşumdur. Arap çoğunluklu Cancavit milis grubu, 2005 yılından 2013 yılına kadar işlediği çok sayıda savaş suçu, şiddet ve kitlesel katliamlarla nam salmış bir grupken 2013 yılında Beşir’in desteğiyle Sınır Muhafız Gücü olarak resmi bir yapıya ulaştı. Cancavitler, Sudan’daki iç savaş süresince farklı çatışma noktalarında paralı askerler olarak kullanıldı. Yemen Savaşında Suudi Arabistan-BAE koalisyonu ve 2019 yılında Libya’daki silahlı grupların lideri Halife Hafter, Cancavitleri cephe hattında muharip unsur olarak kullanan aktörlerden bazıları. Nitekim 2019’a kadar Beşir rejimini koruyan HDG, 2019 darbe girişiminde Sudan Ordusunun yanında yer alarak Beşir’in devrilmesindeki en önemli güvenlik aygıtlarından birisi oldu. Ayrıca bu zaman zarfında Hemediti, altın madenlerinden önemli gelirler elde ederek hem siyasi hem de ekonomik anlamda nüfuz ve etki alanı kazandı. Beşir’in ardından kurulan Egemenlik Konseyi’nde Burhan Başkan, Hemediti ise Başkan Yardımcısı oldu. Başbakan olarak atanan ekonomist Abdullah Hamduk, 2021 Ekim’deki darbeyle Burhan-Hemediti koalisyonu tarafından tutuklanarak görevden alındı.
Ülke güvenlik sektörünü tamamıyla tahakküm altına alan Burhan-Hemediti koalisyonunun 2022’nin Ocak ayından (yeniden göreve getirilen Hamduk’un istifa etmesiyle beraber) itibaren mevcut çatışmaların önünü açan gergin bir döneme girdikleri söylenebilir. Çünkü siyasi belirsizlik ve uluslararası kurumların baskı altına aldığı Sudan’daki ekonomik durum halk protestolarını tetiklemiş ve Burhan-Hemediti koalisyonu üzerindeki baskıları artırmıştı. Otoriter düzenin sürmesi ve temel demokratik taleplerin karşılanmaması halk protestolarının çıkış noktasını oluşturuyordu. Bu baskılar neticesinde Aralık 2022’deki anlaşma, 2 yıllık geçiş döneminin ardından sivil yönetime geçiş ve seçimlerin gerçekleşmesini öngörüyordu. İkili arasında bardağı taşıran son gelişme, HDG’nin Sudan Ordusuna entegrasyonu konusundaki fikir ayrılıkları oldu. Buna göre anlaşmanın zayıf noktalarından birisi, HDG’nin entegrasyonuna yönelik son tarihin belirlenmemesiydi. Burhan bu sürenin iki yıl olması gerektiği yönünde ısrarcı olurken Hemediti entegrasyon sürecini daha geniş bir takvime yayma (10 yıl) amacı taşıyordu. İki lider, anlaşmanın uygulanmasına yönelik 2023’ün Şubat ayındaki ilk tarihi kaçırdı ve Hartum sokaklarında gerilim başladı. Nisan ayında Sudan Ordusu ve HDG birlikleri sokağa indi. Çatışmalar, Sudan’daki kırılgan güvenlik atmosferi göz önüne alındığında hızla coğrafi sınırlarını aştı ve ülke geneline yayıldı. Bu noktada Haziran ayında Batı Darfur Valisi Khamis Abbakar’ın öldürülmesi ve Port Sudan’da Sudan Ordusu ile kabile iltisaklı milis gruplar arasında yaşanan çatışmalar, karmaşık güvenlik denklemini göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü iki aktör dışında Sudan’daki güvenlik dinamikleri içinde pek çoğu 2020 Juba Barış Anlaşmasının imzacı tarafı olan irili ufaklı milis gruptan söz etmek mümkün. Nisan ayından itibaren çatışmalardan kaçınan ve her iki tarafa da mesafeli yaklaşan bu grupların çatışmaya dahli, çatışmaların boyutunu değiştirmesi muhtemel bir gelişme olarak görülüyordu. Bu hassas güç dengesi içinde milis grupların savaş sonrası edinimlerini ön planda tuttuğu ve buna göre konumlandığı söylenebilir.
Mevcut tablo ve güç dengesi
Çatışmaların seyrine yönelik bazı değerlendirmelerde bulunmak mümkün ama genel hatlarıyla iki grup arasındaki güç dengesi, ‘sıfır toplamlı oyun’ şeklinde yorumlanabilir. Bu ifadeyi güçlendiren en temel argüman, çatışan tarafların güçlerinin birbirine oldukça yakın oluşudur. Bundan hareketle verilecek bir taviz, yenilgiyi kabul etmek anlamına gelebilir. Benzer olarak her iki tarafın da krizin çözümü noktasında askeri çözümlere öncelik vermesi bu altyapı dahilinde açıklanabilir. Nitekim bu gidip gelen güç dengesi, askeri kapasitenin aynı olduğu manasına gelmiyor. Çünkü bir ordu yapılanması olarak Sudan Ordusu gerek silah kapasitesi gerekse nicelik bakımından HDG’den üstün konumda. En belirleyici özellik ise Sudan Ordusunun sahip olduğu hava gücü. Ancak HDG’nin Hartum’un büyük çoğunluğunu kontrol etmesi ve buradaki sivillerin varlığı potansiyel hava saldırılarını boşa çıkarıyor.
Öte yandan düzenli bir ordu olarak Sudan Ordusunun birkaç günlük gerilla savaşının ardından düzensiz HDG birliklerini yok etmesi mümkünken Sudan’da farklı bir senaryo karşımıza çıktı. Bu noktada HDG’nin askeri ve diplomatik arenada aldığı dış destekten söz edilebilir. BAE’nin HDG’ye verdiği destekler, açık kaynaklara yansıdı. Bunun yanında HDG, zaman içinde gelişmiş silahlar elde ederken Sudan Ordusunu dengeleyecek muharebe yeteneği kazandı. Hatta savaşın başlamasıyla çok sayıda uçaksavar ve hava savunma radarları ele geçirdiler.
Son olarak savaşın durdurulmasına yönelik bölgesel ve uluslararası aktörlerin girişimleri, çözümden uzak diplomatik temaslara dönüştü. Çatışma çözümleri altında ideal olan, tarafsız ve daha önemlisi çatışan tarafların ve dış güçlerin etkisini sınırlayan bir müzakere mekanizmasıyken Sudan’da rastlanılan genellikle sürece müdahil olan aktörün kendi çıkarları ve bölgesel ajandası bağlamında hareket ettiği bir mekanizmaya oldu. Afrika Birliği ve Mısır’ın, Suudi Arabistan ve ABD’nin ya da daha bölgesel ölçekte Güney Sudan’ın öncülük ettiği arabuluculuk girişimleri, kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkesle sonuçlanmadı. Haziran ayında Joe Biden yönetimi Sudan Ordusu ve HDG lider kadrosunun yanı sıra Beşir rejimiyle alakalı olan kişilere yaptırım kararı aldı. Hemediti ile bağlantılı olduğu iddia edilen maden şirketleri ve Sudan Ordusunu finanse eden bazı şirketlere de benzer yaptırımlar uygulandı. Tüm bu adımlara rağmen çatışmaların şiddeti giderek artıyor.
Şu aşamada ilk olarak insani yardım boyutu merkeze alınmalı. Çünkü krizin en ağır etkilenenleri hiç şüphesiz bölgedeki siviller. Bunun yanında Sudan’a yönelik uygulanacak deniz ambargosu, belirsiz askeri sevkiyatların önünü alabilir. Ayrıca havalimanları ve stratejik geçiş yolları da belli bir denetime tabi tutulmalıdır. Bu durum, çatışan tarafların sahadaki personel ve teçhizat kaybını hızlı bir biçimde tazmin etmesine yol açan dış desteğin ve dolayısıyla savaşın uzamasının önünü kesebilir. Bölgesel bağlamda, Sudan’daki farklı milis grupların varlığı göz ardı edilmemelidir. Potansiyel bir barış anlaşmasında bu grupların dışarıda bırakılması, ileri dönük çatışmaları tetikleyebileceği gibi Sudan’da merkezi yönetime tepkili olan bölgelerin Güney Sudan örneğinde olduğu gibi bağımsızlık talebinde bulunmalarına neden olabilir. Bilhassa çatışan tarafların savaş sonrası dönemde ayrıcalıklı gruplar olmayacağı bilinci hem kamuoyuna hem de yerel paydaşlara aşılanmalıdır. Bu aşamada BM, Afrika Birliği ve krize müdahil komşu devletlerin oynaması gereken rol oldukça büyüktür.
Yazar: Fuat Emir Şefkatli
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi