Libya’nın 17 Şubat Devriminin yıl dönümünde istikrar ve barış mücadelesi devam ediyor!
42 yıllık Muammer Kaddafi rejiminin 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları sonucu devrilmesiyle siyasi, toplumsal ve askeri bir krize sürüklenen Libya, geride kalan 13 yılın ardından halen birlik ve bütünlüğünü sağlamış değil. 17 Şubat 2011 tarihinde fitili ateşlenen ayaklanma, bazılarına göre günümüzdeki çatışma ortamının temel sorumlusu, bazılarına göre ise haklı sebeplere dayanan yeni bir düzen arayışı olarak nitelendiriliyor.
Devrim Sorunsalı
Her ne kadar bir halk hareketi şeklinde ortaya çıkmış olsa da devrimden 2 yıl sonra Kaddafi döneminde görev yapmış olan asker ve bürokratları siyasi ortamın dışına iten ‘siyasi men yasası’ ve ardından 2014 yılında şekillenen askeri kamplaşma, devrimin ülkedeki belli siyasi ve askeri klikler tarafından sahiplenilerek bir güç mücadelesine dönüştüğüne işaret eden bazı gelişmeler olmuştu. Bu tablo ve günümüze kadar uzanan tarihsel akış, daha iyi yaşam koşulları ve daha adil bir yönetim anlayışı isteyen kitlelerin devrimin kontrolünü ülkedeki siyasi aktörlerin kontrolüne bıraktığını gösteriyor. Doğuda ve batıda etkin olan kabile ve milis gruplar açısından bir fırsat penceresi olarak değerlendirilen bu kırılgan ve parçalanmış güvenlik atmosferi, ilgili aktörlerin dar ajandaları ve çıkarları dahilinde güvenlikleştirilerek inşa edilen söylem ve politikalarla derin bölünmüşlüklere ve farklı alanlarda kutuplaşmalara neden oldu.
Zamanla silahlı mücadeleye evrilen bu bölünmüşlük, 2014 ve 2019 yıllarındaki iç savaşlarda on binlerce Libyalının hayatını kaybetmesine ve dahası bölgeler arası kin ve intikam duygularının doğuşuna zemin hazırladı. Pek çok Ortadoğu ve Afrika ülkesine göre etnik ve mezhepsel bakımdan homojen bir bütünlüğe sahip olan Kuzey Afrika ülkesinde devrimci-devrim karşıtı şeklinde başlayan ikilikler, İslamcı-seküler, Doğu-Batı ve hatta şehir ve kasaba bazlı kutuplaşmalara kadar derinleşerek uzlaşı ve devletin yeniden inşası süreçlerini akamete uğrattı. Örneğin; Mısrata şehri hem devrimin kalesi hem de Müslüman Kardeşler hareketinin etkili olduğu “İslamcı” özelliğiyle ön plana çıkarken Bingazi şehri, doğudaki milis güçlerin lideri Halife Hafter’in ortaya çıkışıyla devrim muhaliflerinin ve Kaddafi dönemi asker ve bürokratların toplandığı bir merkeze dönüştü. Bunun yanında başkent Trablus, Misrata, Zaviye ve Zintan gibi batının etkili şehirlerinde faaliyet gösteren silahlı grupların güç mücadelesi içinde olduğu, daha doğrusu devrim sonrası nüfuz alanını geliştirmeye ve resmî kurumlar üzerinde etkisini artırmaya çalıştığı stratejik bir nokta haline geldi.
Dış Aktörlerin İstikrar Bozucu Müdahaleleri
Bu iç dengelere paralel olarak NATO bünyesinde 2011 yılında Kaddafi’ye yönelik hava saldırılarını planlayan ve gerçekleştiren batılı ülkeler, Libya’nın jeopolitik konumu ve zengin enerji kaynaklarını da göz önünde bulundurarak sürece müdahil olmaya devam ettiler. Bu anlamda ABD, Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere’nin günümüz Libya’sında farklı boyutlardaki angajmanlarından söz edilebilir. BM öncülüğünde kurulan BM Libya Destek Misyonu (UNSMIL) ise kalıcı ve sürdürülebilir çözümler yerine 2015 ve 2021 yıllarında kurulan uzlaşı hükümetleri ve benzer güç paylaşımı anlaşmalarına payanda olması bakımından yetersiz kaldı.
Daha önemlisi, Koruma Sorumluluğu (R2P) doktrini kapsamında uygulanan ilk barışı koruma operasyonu olan NATO’nun 2011 Libya müdahalesi, R2P yaklaşımının önemli bileşenlerinden birisi olan inşa etme sorumluluğunu göz ardı etti. Yeniden inşa süreci, Kaddafi sonrası Libya’daki kurumsallığını tamamlamamış zayıf kurumlara ve ‘vatandaş’ bilinci gelişmeyen toplumun kendisine bırakıldı. Akabinde gündeme alınan Palermo ve Berlin gibi uluslararası Konferanslar, Batılı ülkelerin bir tahakküm savaşına evrilerek çözümden uzak toplantılara ve çıkar çatışmasından kaynaklı görüş ayrılıklarına tanıklık etti. Öte yandan otorite boşluğu ve zayıf sınır denetimlerinin bölgesel krizlerin eşiğinde Libya’yı paralı askerlerin toplandığı ve ihraç edildiği bir savaşçı merkezine dönüştürdü. Körfez ülkelerinin ve Rus Özel Askeri Şirket (ÖAŞ) Wagner’in Hafter saflarında çok sayıda Suriyeli, Çadlı ve Sudanlı yabancı savaşçıyı finanse ettiği dönem itibarıyla ABD Afrika Komutanlığının (AFRICOM) faaliyet raporları başta olmak üzere çok sayıda açık kaynağa yansıdı. Bundan hareketle dış müdahalelerin de en az iç etkenler kadar Libya’nın birlik ve bütünlüğüne zarar verdiği söylenebilir.
2021 Aralık Seçimlerinin İptali ve Uzlaşı Arayışı
Bu tarihsel arka plan ışığında, 5 Şubat 2021 tarihinde İsviçre’de BM öncülüğünde toplanan Libya Siyasi Diyalog Forumu, Misratalı İş İnsanı Abdulhamid Dibeybe liderliğindeki Ulusal Birlik Hükümeti’ni (UBH) ülkeyi Aralık 2021’de planlanan seçimlere götürecek yeni geçiş yönetimi olarak belirledi. Kısa zaman içinde birbirine rakip figürlerin görece desteğini kazanan UBH, ekonomik ve siyasi reformlara ağırlık verdi. Nitekim planlanan seçimlerin aday kriterleri ve belli anayasal tartışmalar sebebiyle ertelenmesi, daha geniş çaplı bir bölünmeye neden olarak 2022 yılının Şubat ayında yeni bir paralel hükümetin kurulmasına yol açtı. Bu tarihten sonra yaşanan gelişmeler, Trablus ve çevresinde patlak veren çatışmaların, belli aralıklarla kapatılan petrol üretim tesislerinin ve buna bağlı olarak yaşanan ekonomik ve siyasi krizlerin başat nedenleri arasında gösterilebilir.
Ayrıca gelinen nokta, ülkedeki milis grupların zamanla sahip oldukları imtiyaz ve yetkilerden hareketle siyasi birer aktöre dönüşmelerine olanak sağladı. Öyle ki askeri ve politik kurumlardaki paylaşımları işaret eden ‘milis diplomasisi’ kavramı, bu dönüşümü açıklar. Bu yaklaşıma göre doğu, batı ve güneydeki bazıları kabile iltisaklı, bazıları ise toplum tabanlı milis gruplar oluşacak geçiş süreçlerinde kendilerine yakın aktörleri konumlandırmak hedefindedir. Bu senaryonun aksi yönde ilerlemesi, oluşacak yeni yapının bu gruplar nezdinde meşruiyetini tartışmalı hale getirdiği gibi ileriye dönük istikrar bozucu birtakım girişimlere yol açmaktadır. Libya üzerine çalışan pek çok analist, 2011’den günümüze İçişleri, Savunma Bakanlığı ve Başkanlık Konseyine bağlanan milis grupların ‘devletleştiğini’ öne sürmekte, bu durumun demokratik süreçleri aksatan en önemli unsur olduğunu varsaymaktadırlar.
Günümüzde iptal edilen Aralık 2021 seçimlerinin yeniden düzenlenmesi noktasında bazı inisiyatiflerden söz etmek mümkündür. UNSMIL’in başını çektiği yerel ve uluslararası aktörlerin dahil olduğu bu mekanizmaların yanında silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) programlarına öncelik verilmelidir. Çünkü birleşik Libya için birleşik kurumlara ve daha önemlisi birleşik bir askeri yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada yalnız doğudaki Hafter güçlerinden teşkil eden sözde Libya Ulusal Ordusu (LUO) değil, ülkenin batısındaki parçalı güvenlik bürokrasisi de ileriye dönük bazı kronik sorunlara işaret ediyor. Dolayısıyla gerekli anayasal zeminin oluşturulması, sahadaki askeri rekabetin sonlanmasıyla işlevini görebilir. Bir başka deyişle, ulusal diyalog ve yeniden inşa süreçleri sancılı geçebilir ancak tıkanma evrelerinde ayrışmanın silahlı çatışmalara dönüşmesi, toplumsal kaygıları ve beklentileri sonlandırarak demokratik denemeleri boşa çıkarmaktadır.
Sonuç olarak 17 Şubat Devrimi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde bir domino etkisi yaratan Arap Baharının bir uzantısı olarak ortaya çıksa da zamanla yerel ve uluslararası dinamikler doğrultusunda şekillendi. Zamanla siyasi elitlerin iktidara ulaşma aracı haline gelerek kitleleri harekete geçirmek için kullanıldı. Bu anlamda 2024 yılı hem geçmiş olumsuz tecrübelerin ışığında hem de siyasi mücadelenin halk tabanlı seçimlerle ilerlemesi gerektiği yönünde görüşlerin ağır bastığı ve beklentilerin arttığı bir döneme karşılık gelmektedir.