22 Mart akşamı Moskova’daki “Crocus City Hall” adlı konser salonuna gerçekleştirilen saldırı, Rusya sınırları içinde şimdiye kadar görülmüş en kanlı terör saldırılarından birisi olarak kayda geçti. Resmî açıklamalara göre şu ana kadar 143 kişi hayatını kaybederken 100’den fazla kişi yaralandı. Rus istihbarat birimleri ve güvenlik güçleri, kısa sürede saldırıyı düzenleyen 4 teröristin de dahil olduğu 11 kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Bununla birlikte saldırının ardından sosyal medyaya yansıyan görüntülerde, saldırganların rahat ve profesyonel tavırları dikkat çekerken bu terör eyleminin DAEŞ bağlantılı bir eylem olup olmadığı konuşulmaya başlandı. Ancak DAEŞ terör örgütü, saldırıyı Telegram kanalı üzerinden üstlendikten sonra bu muamma ortadan kalktı. Tacik uyruklu olduğu anlaşılan teröristlerin, DAEŞ’in Horasan Kolu adına bu kanlı eylemi gerçekleştirdiği anlaşıldı.
Bilindiği gibi DAEŞ-Horasan Kolu, yakın zamanda Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi saldırısını üstlenmiş ve örgütün Türkiye faaliyetleri mercek altına alınmıştı. Günümüzde Rusya’nın hedef olarak seçilmesi, Vladimir Putin yönetiminin Afganistan, Suriye ve Çeçenistan gibi Müslüman çoğunluklu bölgelerde yürüttüğü askeri müdahalelerle ilişkilendirilebilir. Öyle ki örgüt 2022 yılında Kabil’de bulunan Rus Büyükelçiliğine benzer bir saldırı düzenlemiş ve iki elçilik saldırı hayatını kaybetmişti.
Ancak daha geniş ölçekte DAEŞ’in yeniden küresel bir tehdit haline dönüştüğünü ve bu yönde gerek etki alanını gerekse “pazar payını” artırmak adına faaliyetlerini yerelleştirdiğini söylemek mümkün. Suriye ve Irak gibi “merkez üssü” atfedilen noktalarda örgütün aldığı darbeler, sözde lider kayıpları ve ilgili ülkelerdeki toplumsal yapıya entegrasyonda yaşanan zorluklar, DAEŞ’in farklı coğrafyalara kaymasına zemin hazırladı. Radikalleşme eğiliminin yüksek, merkez-yerel ilişkisinin zayıf olduğu kırılgan ya da başka bir deyişle başarısız devletlere yönelik bu açılım, özellikle Afrika ve Orta Asya’da önemli ölçüde karşılık buldu. DAEŞ Horasan’ın 2015 yılında Pakistan ve Afganistan sınırlarında, DAEŞ Sahra Kolunun (ISGS) ise Mali, Nijer ve Burkina Faso’yu birleştiren Üç Sınır Bölgesinde ortaya çıkması, bu yaklaşımı destekler mahiyettedir. Bu noktada Moskova Saldırılarının ardından her ne kadar DAEŞ’in Horasan Kolu ön plana çıksa da Sahel bölgesi, ACLED verilerine göre 2018 yılından itibaren DAEŞ’in saldırılarını ve alan kontrolünü kademeli olarak artırdığı bir bölge haline gelmektedir.
Bundan hareketle son dönemde Batılı aktörlerin yerel dinamikleri göz ardı eden terörle mücadele yaklaşımları, Afrika genelinde gözlemlenen “yönetilemeyen alanlar” olgusu ve bölgenin devlet dışı silahlı aktörlere tanıdığı operasyonel esneklik olanakları, ISGS’nin faaliyetlerine momentum kazandıran etkenler arasında sayılabilir. Bu durum, bölgenin stratejik konumu (Akdeniz’e kıyısı bulunan Kuzey Afrika ülkelerine yakınlık ve Afrika içi transit lojistik hatların merkezinde olması) ve yaratabileceği potansiyel domino etkisi itibarıyla tehdit ve risk faktörlerini artırıyor.
DAEŞ Sahra Kolu ve Tehdit Analizi
2015 yılında kurulan ISGS’nin temel gövdesini El-Kaide bağlantılı El-Murabitun örgütünden ayrılan militanlar oluşturuyor. 2021 yılında sözde liderleri Adnan Ebu Velid Sahraoui’nin Fransız askeri operasyonları sonucunda öldürülmesinin ardından büyük darbe alan örgüt, Mali’nin Menaka ve Gao bölgelerinde oldukça aktif, Üç Sınır Bölgesinde ise parçalı bir biçimde konumlanmakta ve terör eylemlerini gerçekleştirmektedir. İlk dönemlerinde rakip terör örgütleri içindeki kırılmalardan faydalanan ISGS, özellikle Nijer Deltasının iç kısımlarında yaşanan çiftçi-çoban ayrışmalarını ve otorite karşıtlığını kullanarak nüfuz alanı kazandı.
Genişleme aşamasında ise El-Kaide uzantılı Jama-at Nusrat val Islam Muslimin (JNIM) ve Katiba Macina (MLF) gibi yerel DDSA’lara karşı sayısal güç, saha bilgisi ve medya kapasitesi bakımından dezavantajlı olan ISGS, 2022’nin Mart ayıyla birlikte Mali’nin kuzeyindeki en tehlikeli ve etkin örgüt haline geldi. Öyle ki Aralık 2022’de ISGS’nin sosyal medya hesapları aracılığıyla paylaşılan ve Menaka bölgesinde çekildiği tahmin edilen görüntülerde çok sayıda ISGS savaşçısı aynı alanda toplanmış ve bu paylaşımlar bir gövde gösterisi şeklinde yorumlanmıştı. Çünkü bir bakıma bu görüntüler, örgütün artık kendini tehdit altında hissetmediğinin de bir kanıtıydı. Ayrıca bu tablo, örgütün halk arasına karışma ya da “stratejik belirsizlik” gibi manevraları bir kenara bıraktığını gösteriyordu.
Diğer taraftan Moskova saldırısının 11 Mart tarihinde ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (ODNI) tarafından yayınlanan yıllık istihbarat değerlendirme raporundan kısa bir süre sonra gerçekleşiyor olması da manidar. DAEŞ ve El-Kaide bağlantılı terör örgütlerinin, lider kadrosunda yaşanan kayıplara rağmen genişleme eğiliminde oldukları vurgulanan rapora göre “küresel cihat”, Afrika’ya kaymakta ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin kıtadaki vatandaşları ve çıkarlarını hedef almaktadır. Yukarıda bahsedildiği üzere ACLED verileri, ODNI raporlarını destekler mahiyette, 2023’ün son çeyreği ve 2024’ün başlangıcı itibarıyla özellikle Sahel ve Afrika Boynuzu bölgelerindeki DDSA eylemlerinde ve bölgesel alan kontrolündeki artışa işaret etmektedir. Alan kontrolündeki genişleme, somut toprak artışından ziyade kıtadaki radikalleşme eğilimleriyle de açıklanabilir. Bununla beraber 2020 yılından günümüze Mali, Nijer ve Burkina Faso’da yaşanan askeri darbeler ve yönetim krizleri, ISGS başta olmak üzere terör örgütleri nezdinde bir fırsat penceresine dönüştü. ISGS, bu dönemi kendi amaçları doğrultusunda kullanılarak propaganda faaliyetleri ve militan devşirme noktasında farklı coğrafyalarda bulamadığı imkanlara ulaştı.
Son olarak Sahel bölgesi, Afganistan, Irak ve Suriye gibi geçmiş çatışma noktalarından görece ayrışmaktadır. Aksıyor da olsa bir yönetim yapısının, birleşik ordunun ve belli bir iletişim altyapısının varlığı DAEŞ veya El-Kaide gibi ulusaşırı terör örgütleri tarafından bir avantaj olarak görülebilir. Örneğin Afganistan ya da Irak örneklerine bakıldığında, kırılganlık endeksine göre “çok zayıf” statüsünde olan bu devletler, militan devşirme ve saldırı hedeflerinin belirlenmesi hususlarında terör gruplarına avantaj yerine dezavantajlar getirmektedir. Mutlak bir düzensizliğin ve güvensizliğin olduğu bu alanlar, terör grupları nezdinde operasyonel güvenlik ve beklenmeyen/ani saldırı esnekliğinin kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca bu alanlardaki güvenlik kaygılarından ötürü sivil ya da resmi hedeflere yönelik saldırı imkânı çok düşüktür. Ancak “çökmekte olan” ya da “orta zayıf” statüsündeki Sahel ülkeleri, görece gelişmiş iletişim ve ulaşım altyapısından ötürü operasyonel maliyeti azaltmakta, ilgili örgüte geniş bir esneklik alanı sağlamaktadır.
Tüm bunların ışığında Sahel bölgesi, DAEŞ’in Sahra Kolu üzerinden etkinliğini artırdığı bir bölge olarak yalnız bölgesel değil küresel ölçekteki tehdit algılamalarını artırmaktadır. Takip Moskova saldırısının ardından takip eden süreçte DAEŞ’in Horasan kolu ile birlikte yakından takip edilmesi gereken bir örgüttür.