7 Ekim 2023 tarihi öncelikle bölgesel anlamda bir dönüm noktası olarak görülse de ilerleyen yıllarda olası bir cihan harbi durumunda küresel anlamda da bir dönüm noktası olmaya adaydır.
İsrail-Filistin çatışmalarında kritik bir kırılma olarak tarihe geçen 7 Ekim saldırıları devamında bölgede hala sönmeyen bir fitil de ateşlenmiş oldu.
7 Ekim tarihi, Gazze merkezli Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin el Kassam Tugayları’nın, İsrail’e karşı başlattığı büyük çaplı bir saldırıyla dikkat çekmişti. Bu saldırılar, özellikle İsrail’in güney bölgelerine yönelik yoğun roket atışları ve Hamas üyelerinin sınırdan geçerek İsrail topraklarında gerçekleştirdikleri saldırılarla şekillenmiştir. Saldırılar sırasında hem İsrail yerleşim yerleri hem de İsrail’in askeri bölgeleri büyük zarar görmüş ve devamında da İsrail’in tepkisiyle bölgedeki ateş hızla yükselmiştir.
Bu gelişmeler, İsrail’in Filistin topraklarında daha geniş kapsamlı bir işgaline zemin hazırlanırken Orta Doğu bölgesindeki jeopolitik ve jeostratejik denklemlerin de yeniden yazılmasına sebebiyet vermiştir.
7 Ekim Saldırıları
Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin el Kassam Tugayları’nın başlattığı saldırılar, Orta Doğu’daki güç dengelerini ve bölgesel istikrarı derinden sarsan bir olay olarak öne çıkmıştır. Bu saldırılar, İsrail’in askeri ve güvenlik önlemlerine rağmen gerçekleştirildiği için, İsrail’in savunma sistemleri ve istihbarat ağları üzerinde ciddi bir tartışma başlatmıştır.
İsrail, uzun yıllardır bölgedeki askeri üstünlüğü ve güçlü savunma sistemleri ile tanınsa da bu saldırı, ülkenin güvenlik stratejilerinde zayıflıklar olduğuna dair güçlü sinyaller vermiştir. Hamas’ın roket saldırıları kısa sürede İsrail’in büyük şehirlerine kadar ulaşmış ve sivil halk üzerinde ciddi bir panik yaratmıştır.
İsrail’in tepkisi ise hızlı ve sert olmuştur. İsrail Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana ilk kez savaş ilanı kararı almış ve İsrail Hava Kuvvetleri Gazze’ye çok sayıda hava saldırısı düzenlemiştir. Söz konusu saldırılar sonucunda, çok sayıda sivil yaşamını yitirmiş ve Gazze’nin temel altyapısı ağır zarar görmüştür.
İsrail’in bu saldırıları karşısında özellikle sivil kayıpların yüksekliği bölgedeki insan hakları ihlallerine dikkat çekmiş ve uluslararası arenada “sert şekilde sözlü eleştiriler” alınmasına neden olmuş olsa da bu durum ne İsrail’in bölgedeki katliamının durmasını sağlamış ne de üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen bölgede bir ateşkese öncülük etmiştir.
İsrail’in Gazze’ye Kara Operasyonu ve Filistin’deki İşgal
Hava saldırılarının ardından, İsrail’in tepkisi yalnızca hava bombardımanıyla sınırlı kalmamış, 7 Ekim saldırılarından birkaç hafta sonra Gazze’ye yönelik kapsamlı bir kara operasyonu başlatılmıştır. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Hamas’a ait tünellerin, silah depolarının ve komuta noktalarının imha edilmesi için Gazze’nin belirli bölgelerine girmiş ve karşılarına çıkan her türlü direnişe de sert bir şekilde cevap vermiştir.
Bu operasyon, Gazze’de yaşayan sivil halk üzerinde büyük bir travmaya yol açmış, kayıpların yanında bir de sivil altyapının tahrip edilmesi, elektrik, su ve sağlık hizmetlerine erişimin kesilmesi, sivillerin sığındığı hastane ve okulların bombalanması halkı daha da zor bir durumda bırakmıştır. Bölgedeki siviller, ağır bombardıman altında kalmışken yüzbinlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kalmış ve topraklarını terk etmek istemeyen (ya da göç etmeye gücü olmayan) on binlerce kişi ise acımasızca öldürülmüştür.
İsrail’in kara harekâtı sırasında meydana gelen ölümler ve tahribat, uluslararası toplumda geniş çaplı tepkiye yol açmış ve insan hakları örgütleri, Gazze’de yaşananların bir “katliam” olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuştur.
Özellikle Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in operasyonlarının sivil halkı hedef aldığına ve savaş suçları kapsamında değerlendirilebileceğine dair raporlar yayınlamıştır. Bu noktada İsrail, operasyonlarının yalnızca Hamas’ın askeri kapasitesini yok etmeye yönelik olduğunu iddia etse de, sivil kayıpların boyutu bu söylemi sorgulanır hale getirmiştir.
Güney Afrika’dan İsrail’e “Soykırım” Davası
29 Aralık 2023’te Güney Afrika, uluslararası hukuk alanında dikkat çeken bir adım atarak İsrail’i Gazze’de “soykırım” işlemekle suçlayan bir dava açtı.
Güney Afrika’nın bu girişimi, İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının ve bölgedeki Filistin halkına yönelik politikalarının bir “soykırım” suçu teşkil edip etmediği konusundaki uluslararası tartışmaları daha da derinleştirdi.
Soykırım, uluslararası hukukun en ciddi suçlarından biri olarak kabul edilen ve 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile tanımlanan bir suçtur. Sözleşme, soykırımı “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen yok etme kastıyla gerçekleştirilen eylemler” olarak tanımlamaktadır. Bu suç, belirli bir grubun sistematik olarak imhasını hedefleyen her türlü eylemi kapsamaktadır. Öldürme, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme, grubun yaşam koşullarını imkânsız hale getirme, doğumları engelleme ve çocukları zorla başka bir gruba transfer etme gibi faaliyetler bu kapsamda değerlendirilmektedir.
Güney Afrika’nın bu davayı açarken dayandığı temel argüman, İsrail’in Filistin halkına yönelik politikalarının ve özellikle Gazze’deki siviller üzerindeki baskıların, soykırım suçunun unsurlarını taşıdığı yönündedir.
Bu bağlamda, Gazze’de yaşananlar ve İsrail’in “askeri operasyonlarının”, soykırım suçunun unsurlarını taşıyıp taşımadığı uluslararası hukuk açısından geniş yankı uyandırdı. Güney Afrika’nın bu adımı, uluslararası toplumda pek çok ülkenin ilgisini çekmiş ve davaya taraf olma talepleri gündeme gelmiştir.
Ancak bu taleplerin, davayı görecek olan Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) tarafından henüz onaylanmamış olması, sürecin hukuki karmaşıklığını ve uluslararası hukukun siyasileşmesini de gözler önüne sermiştir.
Taleplerde bulunan ülkelerden bazıları, özellikle Filistin halkına yönelik uzun süredir devam eden desteği ile tanınırken, diğerleri bölgedeki insan hakları ihlallerine karşı genel bir duruş sergilemektedir. Şu ana kadar davaya katılma niyetini açıklayan ülkeler şunlardır: Türkiye, İspanya, İrlanda, Belçika, Mısır, Meksika, Kolombiya, Nikaragua, Libya, Maldivler, Şili ve Küba.
Bu ülkeler, genellikle İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarına ve Filistin halkına yönelik baskıcı politikalarına karşı tutumlarıyla bilinmektedir. Filistin meselesine özellikle duyarlı olan Türkiye, İrlanda ve Şili gibi ülkeler, İsrail’in bölgedeki faaliyetlerini açıkça kınayan ve Filistin halkının haklarını savunan bir politika izlemektedir.
- Türkiye, uzun yıllardır İsrail’in Filistin’e yönelik askeri operasyonlarını eleştirmiş ve Filistin halkının yanında olduğunu çeşitli uluslararası platformlarda dile getirmiştir. Türkiye’nin bu davaya katılma isteği, Orta Doğu’da İsrail’e karşı geliştirdiği bölgesel diplomasiyle de uyumludur.
- İspanya, İrlanda, Belçika ve Meksika gibi ülkeler ise insan hakları ihlalleri konularında daha geniş bir perspektifle hareket eden devletler olarak bilinmektedir. Bu ülkeler, İsrail’in Gazze’deki operasyonlarının uluslararası insan hakları normlarına aykırı olduğu görüşünde birleşmektedir.
- Latin Amerika’dan Kolombiya, Nikaragua, Şili ve Küba, hem tarihsel olarak anti-emperyalist politikaları hem de Filistin halkına olan dayanışmaları ile ön plana çıkmaktadır. Bu ülkeler, genellikle İsrail’in politikalarını ABD’nin küresel gücünün bir yansıması olarak görür ve Filistin halkının mücadelesini bir tür “anti-emperyalist” direniş olarak tanımlar.
- Afrika ve Orta Doğu’dan Mısır, Libya ve Maldivler, bölgenin istikrarı ve Filistin meselesinin çözümü noktasında aktif rol alan ülkelerdir. Özellikle Mısır, Filistinli gruplar arasında arabuluculuk yapma çabalarıyla bilinir, ancak bu davaya katılma isteği, Mısır’ın İsrail’e yönelik doğrudan karşısında durduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmamalıdır.
Davada İsrail’in Yanında Yer Alan Tek Ülke: Almanya
Bu davada dikkat çeken bir diğer önemli unsur ise, İsrail lehine davaya katılma niyetini açıklayan tek ülkenin Almanya olmasıdır. Almanya, tarihsel bağları ve Holokost’tan doğan “tarihsel sorumluluk” anlayışı nedeniyle İsrail’e olan desteğiyle bilinmektedir.
Almanya’nın İsrail’i uluslararası platformlarda desteklemesi, Holokost sonrası dönemde Alman dış politikasının temel taşlarından biri olmuştur. Bu bağlamda Almanya’nın İsrail’e karşı açılan bu davada İsrail’in yanında yer alma kararı, hem tarihsel hem de diplomatik açıdan şaşırılmayacak bir tutum olarak değerlendirilebilir.
Almanya, İsrail’in Gazze’deki katliamlarını ve işgalini “meşru müdafaa” olarak nitelendirmektedir. Söz konusu saldırıların sadece “terör örgütlerine karşı” gerçekleştirildiğini savunan Berlin yönetimi, İsrail’in 7 Ekim tarihinden itibaren düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin yaklaşık 17 bininin çocuk, 11 bin 378’inin kadın olduğunu ve toplam 41 bin 689 Filistinlinin öldürülürken 96 bin 625 sivilin yaralandığını göz ardı etmektedir.
Güney Afrika’nın bu davayı açmasının uluslararası hukuk açısından önemli bir yankısı olacaktır. Özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda yargılama yetkisine sahip olan temel kurumdur. Ancak UCM’nin İsrail’e karşı yargılama yetkisi konusunda birçok hukuki ve siyasi engel bulunmaktadır. ABD’yi arkasına alan İsrail, UCM’nin yetkisini tanımamaktadır ve bu nedenle Güney Afrika’nın açtığı davada UCM nezdinde soykırım kararı alabilmek için dava, uluslararası diplomatik baskılarla desteklenmelidir.
Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Artan Gerginlik
7 Ekim sonrası bölgedeki çatışmalar sadece Gazze ile sınırlı kalmamış, İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki kontrolü de giderek daha sert bir hâl almıştır.
İsrail, Hamas saldırılarını gerekçe göstererek Batı Şeria’da “güvenlik önlemlerini” artırmış ve bu bölgedeki Filistinlilere yönelik baskı ve eziyet politikalarını derinleştirmiştir.
Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimciler ve Filistinliler arasındaki çatışmalar artmış, İsrail güvenlik güçlerinin müdahaleleri sıklıkla ölümle sonuçlanmıştır. İsrail’in Batı Şeria’da genişleyen yerleşim politikaları da bu süreçte hız kazanmış, Filistinli halkın mülkiyet hakları ihlal edilmiştir.
İsrail’in Filistin topraklarındaki katliamı, hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde geniş çaplı tepkilere neden olmuştur. ABD ve Avrupa Birliği gibi Batı ülkeleri, İsrail’in “meşru müdafaa hakkı”nı desteklemekle birlikte, Gazze’deki sivil kayıplar nedeniyle zaman zaman İsrail’i itidale davet etmiştir. Ancak bu çağrılar, İsrail’in katliamlarını durdurmasına yönelik somut bir sonuca ulaşmamıştır. Batı’nın bu konudaki ikircikli tavrı, bölgedeki gerilimi daha da derinleştirmiş ve İsrail-Filistin çatışmasının uluslararası boyutta yeniden alevlenmesine yol açmıştır.
Bölge ülkeleri ve Arap dünyasında ise İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve Batı Şeria’daki işgal politikaları, protestolarla karşılanmıştır. Özellikle Lübnan ve İran gibi ülkelerdeki halk gösterileri, İsrail’e karşı sert tepkilerle sonuçlanmıştır. Hizbullah’ın Güney Lübnan’dan İsrail’e yönelik saldırıları da bu süreçte artmış, İsrail ile Hizbullah arasındaki gerginlik, yeni bir çatışmayı bölgenin gündemine taşımıştır.
Çatışmalarda Yeni Bir Dönem: İsrail Savaşı Bölgeye Yayıyor
7 Ekim 2023 saldırıları ve sonrasındaki gelişmeler, yalnızca İsrail-Filistin hattında kalmamış, Lübnan’daki Hizbullah örgütlenmesi ve İran gibi bölgesel güçlerin de doğrudan müdahil olduğu bir çatışma ortamını tetiklemiştir.
İsrail’in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği işgale ve sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamlara Hizbullah Güney Lübnan’dan İsrail’e yönelik saldırılarla yanıt vermiştir. Bu süreçte İsrail-Hizbullah gerilimi hızla tırmanmış, daha geniş çaplı bir Orta Doğu krizine dönüşmüştür. Aynı zamanda, İran’ın bu çatışmalardaki rolü ve İsrail ile İran arasındaki gerginlik de bölgede yeni bir çatışma hattının açılmasına neden olmuştur.
İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik saldırılarının ardından, Lübnan merkezli Şii milis grubu Hizbullah, İsrail’e karşı geniş çaplı bir saldırı başlatmıştır. Hizbullah, özellikle İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını “Filistin halkına yönelik bir katliam” olarak nitelendirmiş ve bu saldırılara karşı misilleme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Güney Lübnan’dan İsrail’e yönelik roket atışları ve sınır çatışmaları ile başlayan bu gerginlik, kısa sürede geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmüş ve ABD ve İngiltere gibi büyük güçlerin de “küçük kardeşleri” İsrail’e yardım etmek için askeri birliklerini Orta Doğu’ya yönlendirmesine sebebiyet vermiştir.
ABD ve İngiltere gibi büyük güçleri arkasına alan İsrail, Hizbullah’ın Lübnan’daki faaliyetlerine karşılık olarak hem hava saldırıları hem de kara operasyonları düzenlemiş, bu süreçte Lübnan’ın güneyindeki sivil altyapılar da ağır zarar görmüştür.
Hizbullah’ın saldırıları, Lübnan içinde de bölgesel istikrarı tehdit eden bir unsura dönüşmüş ve Lübnan hükümeti uluslararası toplumdan bu çatışmaların durdurulması yönünde yardım talebinde bulunmuştur. Ancak Hizbullah’ın İran’la olan güçlü bağları, bu örgütün İsrail’e yönelik saldırılarının arkasında İran’ın doğrudan desteği olduğu iddialarını güçlendirmiştir.
İsrail ve İran arasındaki gerilim, Hizbullah’ın İsrail’e yönelik saldırılarıyla daha da tırmanmış ve bölgedeki çatışmalar, Orta Doğu genelinde bir jeopolitik kriz haline gelmiştir. İran, uzun yıllardır Filistin davasını destekleyen ve İsrail’e karşıt politikalarıyla bilinen bir devlettir. İran, özellikle Hamas ve Hizbullah gibi gruplara destek sağladığı iddialarıyla bölgedeki anti-İsrail hareketlerin temel destekçisi olarak ön plana çıkmaktadır.
2023 yılında İsrail’in Filistin’e yönelik operasyonlarının ardından İran, İsrail karşıtı söylemlerini yoğunlaştırmış ve İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırılarını kınayan sert açıklamalarda bulunmuştur. İran’ın dini lideri Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, İsrail’in Gazze’deki faaliyetlerini “insanlık suçu” olarak nitelendirmiş ve uluslararası toplumu İsrail’e karşı harekete geçmeye çağırmıştır. Bu süreçte İran, Hizbullah ve Hamas’a verdiği desteği artırarak İsrail’e karşı daha aktif bir strateji izlemiştir.
Ancak, İran ile İsrail arasındaki gerilim sadece diplomatik ve ideolojik düzeyde kalmamış, doğrudan askeri müdahalelerle daha da karmaşık hale gelmiştir. İsrail’in, İran’ın nükleer programını engellemeye yönelik önceki yıllarda gerçekleştirdiği sabotajlar ve suikastlar, bu gerilimi daha da tırmandırmıştır.
İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin Helikopterinin Düşmesi
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopterinin şüpheli bir şekilde düşmesi de İran-İsrail ilişkisinin daha da derinleştiren bir başka olay olarak kaydedilmiştir. Reisi’nin helikopterinin düşmesi, İsrail ile İran arasındaki örtülü savaşın bir parçası olarak yorumlanmış ve bu olay yeniden İran içindeki güvenlik zafiyetlerine işaret etmiştir.
Reisi’nin şüpheli ölümü, İran’daki siyasi dengeleri sarsmış ve İsrail’in İran içindeki istihbarat operasyonlarını daha da güçlendirdiği yönünde iddiaları gündeme getirmiştir. İran hükümeti, bu olayın bir kaza olduğunu belirtse de, bölgedeki birçok analist bu olayın arkasında İsrail istihbaratının yani MOSSAD’ın olabileceğini öne sürmüştür.
İsmail Haniyye’nin İran’da Öldürülmesi
İran ve İsrail arasındaki gerilimlerin doğrudan bir yansıması, Hamas’ın lideri İsmail Haniyye’nin İran sınırları içerisinde öldürülmesi olayıdır. 31 Temmuz’da Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniyye, Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için gittiği Tahran’da suikasta uğradı.
Haniyye, Hamas’ın üst düzey liderlerinden biri olarak hem Gazze’deki direnişi yönlendiren hem de İran’la olan stratejik ilişkileri güçlendiren kilit bir figürdü. İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarından sonra Haniyye’nin İran’daki varlığı, İsrail için stratejik bir hedef haline gelmiştir.
Haniyye’nin İran sınırları içinde öldürülmesi, İsrail’in bölgedeki istihbarat kapasitesini ve İran’ın güvenlik zafiyetlerini gözler önüne sermiştir. Bu olay, sadece Hamas’ın liderlik kadrosunda büyük bir boşluk yaratmakla kalmamış, aynı zamanda İran’ın güvenlik mekanizmaları üzerinde de ciddi bir baskı yaratmış ve topraklarında kritik bir figürün suikasta kurban gitmesiyle birlikte uluslararası kamuoyunda İran devletinin gücü sorgulanır duruma gelmiştir.
İran için durumlar zaten karışık ve sıkıntılıyken İsrail’e mutlaka cevap verileceği açıklanmış, fakat verilen cevap ise bütün dünyaya 8 saat önceden duyurulup saldırının etkisiz kalmasına sebebiyet vermiştir. Hatta İran’ın bu “saçma” cevap politikası kimi akademisyenler ve uzmanlar tarafından İran ile İsrail arasında bir “danışıklı dövüş” olduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Tarihler Eylül 2024’ü gösterdiğinde ise İsrail, Lübnan’da yerleşim gösteren Hizbullah üyelerini daha önce pek rastlanmayan bir siber saldırı ile hedef almıştır.
Pager ve Walkie-Talkie Saldırıları
İsrail, 17 Eylül 2024 tarihinde Lübnan’daki Hizbullah’a yönelik hem kapsamlı bir lojistik planı hem de siber saldırıyı içeren bir operasyon gerçekleştirerek, askeri ve istihbarat açısından tarihe geçecek bir hamlede bulundu.
Bu saldırılarla İsrail, modern teknolojik unsurları kullanarak Hizbullah’ın iletişim ve komuta sistemlerini hedef almış ve Hizbullah unsurlarının çeşitli iletişim cihazlarını uzaktan siber saldırı ile patlatması sonucu Hizbullah’ın askeri ve liderlik kadrosuna ağır darbe indirdi. Bu saldırılar, Hizbullah’ın kullandığı pager ve walkie-talkie telsiz cihazlarına yönelik gerçekleştirildi.
Örgütün iletişim ağı için kullandığı binlerce çağrı cihazının, Tayvan merkezli Gold Apollo tarafından üretildiği iddia edilmişti. Tayvan merkezli Gold Apollo şirketi ise patlatılan çağrı cihazlarını kendisinin üretmediğini açıklayarak, marka lisansı verdikleri Macaristan menşeili “BAC Consulting KFT” isimli firmayı işaret etti.
Bu açıklamalar sonucunda gözler Macaristan merkezli BAC Consulting KFT’ye (BAC Danışmanlık Ltd) dönerken şirketten herhangi bir açıklama yapılmadı ve resmi internet sitesi kapatıldı.
Saldırının nasıl yapıldığına dair resmi olarak herhangi bir açıklama yapılmasa da uzmanların görüşü büyük oranda, teslimat sürecinde cihazların içine 5-10 gramlık patlayıcı saklandığı ve sonrasında MOSSAD’ın siber saldırı ile cihazların ısısını artırarak patlayıcıların infilak etmesini sağladığı şeklinde oldu.
Saldırılar sonucu kaç kişinin öldüğüne dair herhangi bir resmi açıklama yapılmadı. Ancak İran’ın Lübnan Büyükelçisi’nin kullandığı çağrı cihazının dahi patladığı yönündeki iddialar, kayıpların çok yüksek olduğu yönündeki çıkarımları kuvvetlendirdi.
Ek olarak saldırılardan 10 gün sonra İsrail, Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’a yönelik bir saldırı düzenlemiş ve bütün bu zayiatlar ve başarısızlıklar sonucunda Tahran yönetimine savunulacak hiçbir nokta bırakmamıştır.
Hasan Nasrallah’ın İsrail Tarafından Öldürülmesi
Bölgedeki gerilimlerin son doruk noktası, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesi olmuştur. Nasrallah, uzun yıllardır Hizbullah’ın lideri olarak İsrail’e karşı direnişin en önemli simgelerinden biri haline gelmiştir. Nasrallah’ın İsrail tarafından hedef alınması, Hizbullah’ın Lübnan’daki faaliyetlerini ve İran’la olan stratejik ilişkilerini zayıflatma girişimi olarak değerlendirilmiştir.
Nasrallah’ın öldürülmesi, Lübnan içinde büyük bir kargaşaya yol açmıştır. Bu olay, Hizbullah’ın liderlik yapısında büyük bir boşluk yaratmış ve örgütün geleceği üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Nasrallah’ın ölümünün 1-2 gün sonrasında İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana Hizbullah’ın askeri lider kadrosundaki 19 kişiden 18’ini öldürdüğünü açıkladı.
Örgütün komuta kademesinde hayatta kalan tek kişi ise Abu Ali Rida oldu. Kendisi hakkında hiçbir bilgi bulunamayan Rida için ise iki ihtimal konuşuluyor: Kendisi ya sahada olan bir isim değil ya da bu saldırıların yapılmasında payı olan bir MOSSAD ajanı…
Nasrallah’ın ölümünün ardından İran, bu saldırıya karşı misilleme saldırısında bulunacağını açıklamış ve “Bu kez farklı olacak mı?” sorularını sordurmuştu. Fakat yine İran’ın düzenleyeceği saldırılar ve saldırı konumları 8 saat önce ABD basınında yer almış ve İran’ın saldırıları İsrail’e yönelik beklenen zararı verememiştir.
İran, 1 Ekim’de İsrail’e onlarca füzeyle saldırdı. Saldırı ertesinde İsrail, İran tarafından 500 füzenin ateşlendiğini, 200’e yakın füzenin de etkisiz hale getirildiğini açıkladı.
İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu, saldırıda kullanılan füzelerden yüzde 90’ının hedeflerine isabet ettiğini duyurdu. İsrail ise bir takım hava üslerinin vurulduğunu ancak “silahların, askerlerin ya da uçakların” hasar almadığını ve hava kuvvetleri operasyonlarının sekteye uğramadığını açıkladı.
İsrail: Tel Nof Üssü füze saldırısına rağmen operasyonel durumda
📍İsrail ordusu, dün yaklaşık 10 adet İran'ın balistik füzesinin isabet ettiği Tel Nof hava üssünden F-15 savaş uçaklarının kalkışına ait görüntüler paylaştı ve hava üssünün hala operasyonel olduğunu belirtti. pic.twitter.com/4ywpWBrvcr
— SavunmaTR (@SavunmaTR) October 2, 2024
İran basınına göre söz konusu saldırıda Emad ve Kadir tipi füzeler ve İran’ın en gelişmiş füzelerinden Hayber Şekan ve Fettah kullanıldı. Ne İran basınından ne de İsrail basınından saldırının sonuçlarına dair net veriler iletilmezken ayrıca sosyal medyada paylaşılan görüntülerde de “İran’ın füzelerinin etkisizliği” konusunda eleştiriler gözlemlendi.
📍 Tel Aviv'i hedef alan İran füzesinin etkisi, güvenlik kameralarına yansıdı. pic.twitter.com/FXH90Yvfy8
— SavunmaTR (@SavunmaTR) October 2, 2024
Bunca gerginlik ve “yakıp yıkma” demeçleri sonrası cephede İsrail’e karşı hiçbir somut başarı elde edemeyen İran yönetimi, başarısızlıkların ardına bir de İsrail’e “cevap verme” hakkı sağladı. Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennet sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu son 50 yılda Orta Doğu’nun yüzünü değiştirmek için büyük fırsat” dedi ve “İsrail’in ‘bu terör rejimine’ ölümcül darbeyi vurabilmesi için İran’ın nükleer tesislerini hedef alması gerektiğini” ifade etti.
Aynı şekilde eski ABD Başkanı ve yeni başkan adayı Donald Trump da İsrail’in, İran’ın nükleer tesislerini vurması gerektiğini ifade etti. Joe Biden’ın “İsrail’in misilleme saldırısı olarak İran’ın nükleer programını hedef almaktan kaçınması gerektiği” açıklamasına değinen Donald Trump, “Bence bu konuda yanılıyor. Tam da vurmamız gereken şey bu. Karşımızdaki en büyük risk nükleer silahlardır. Bir tehdit varsa öncelikle nükleer tesisleri vururuz. Gerisi sonra düşünürüz.” şeklinde konuştu.
Sonuç
7 Ekim 2023 tarihindeki Hamas saldırıları, İsrail-Filistin çatışmasının çok daha geniş çaplı bir bölgesel krize dönüşmesine yol açmıştır. İsrail’in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği askeri operasyonlar ve sivillere yönelik saldırılar, bölgedeki dengeleri değiştirmiş ve Orta Doğu’yu yeni bir şiddet dalgasına sürüklemiştir. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik misillemeleri ve İran’ın bu çatışmalardaki başarısız rolü, bölgesel gerginlikleri daha da derinleştirmiştir.
İran ile İsrail arasındaki örtülü savaşın askeri düzeye taşınması ve önemli figürlerin öldürülmesi, Orta Doğu’daki istikrarsızlığı artıran faktörler arasında yer almıştır. Hamas liderinden İsmail Haniyye, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah gibi kritik isimlerin ölümünden sonra yaşanan gelişmeler, bölgedeki şiddeti daha geniş çaplı bir krize dönüştürmüş, Orta Doğu’dan tetiklenecek Üçüncü Dünya Savaşı olasılığına dair endişeler yaratmıştır.
ABD ve İsrail makamlarına göre Tel Aviv yönetimi, son birkaç haftada Hizbullah’ın organizasyon kabiliyetini, lider kadrosunu ve elindeki silahların yarısını yerle bir etti. Lübnan’ı da işgal eden İsrail, ayrıca, Hizbullah’ın potansiyel yeni lideri Haşim Safiyüddin’i hedef alan bir operasyon da gerçekleştirdi. Yani İran’ın teorideki caydırıcılığı çatışma sahasının pratiğinde yerle bir oldu.
Dolayısıyla son konjonktürde İsrail, hem bölge insanına hem de dünya kamuoyuna askeri yönden “caka satarken” öte yandan bölgede ise güç kazanmaya başladı. Orta Doğu halkı ise zaten tarih boyunca savaşlarla yüz yüze kalmışken şimdi de “Üçüncü Dünya Savaşı Orta Doğu’dan mı çıkacak?” sorusunu sormaya başladı.
İsrail’in Filistin’i işgaliyle başlanan süreçte olayın ve çatışmanın sadece Gazze’de sınırlı kalmaması ve coğrafyaya yayılması Orta Doğu’yu büyük bir savaşa sürükleme potansiyeline sahiptir. Bölgesel aktörler arasındaki bu karmaşık çatışma ağı, küresel güçlerin de katılımıyla daha büyük çaplı bir savaşa dönüşebilir. Bu durum, Orta Doğu’nun gelecekteki güvenlik ve barış çabalarını derinden etkileyip, bölgeyi uzun vadede daha da karmaşık bir hale getirebilir.