7 Ekim tarihinden itibaren süre gelen Hamas-İsrail çatışması, İsrail’in sivilleri hedef alan Gazze’ye yönelik bombardımanları ve kısa süre içinde başlaması muhtemel kara harekatıyla yalnız bölgesel değil küresel bazda bazı güvenlik risklerini meydana getirme potansiyeline sahiptir. Arap ve Müslüman çoğunluklu ülkelerde gerçekleşen halk protestoları, yürüyüşler ve oluşan İsrail karşıtlığı, bir taraftan devletler nezdinde kulak verilmesi gereken bir husus olarak ön plana çıkarken diğer taraftan ortaya çıkan tablo, ulus aşırı özelliğe sahip terör örgütlerini harekete geçirebilir. Öyle ki dini ve ideolojik tandanslı pek çok terör örgütü açısından Hamas’ın devlet dışı silahlı aktör (DDSA) kimliği ve mücadelesini tarihsel akış içinde bir takım dini motiflere dayandırması (Arap-İsrail Savaşları ve benzeri çatışmalar) ‘dayanışma’ adı altında gerçekleşebilecek eylemlere zemin hazırlamaktadır. Ancak yukarıda bahsedilen gerekçelerin dışında küresel çapta faaliyet gösteren terör gruplarının temel motivasyonunun Hamas-İsrail çatışmasını kullanarak uluslararası marka değerlerini artırmak ve gündemdeki yerlerini korumak olduğu söylenebilir. Bu anlamda en çok dikkat edilmesi gereken bölge, hiç şüphesiz son dönemde darbe, karşı darbe ve DDSA kaynaklı iç savaşlardan etkilenen Afrika kıtasıdır. El-Kaide ve IŞİD bağlantılı çok sayıda mikro terör yapılanmasının alan kontrolüne sahip olduğu Sahel bölgesi, Eş-Şebab tehdidiyle mücadele eden Somali ve Doğu Afrika bölgesi, Hamas’a destek ve ‘dayanışma’ adı altında patlak verebilecek saldırıların yaşanabileceği muhtemel noktalardır. Bu argümanı destekler maiyette Kenya Terörle Mücadele Birimi tarafından Kenya halkına yönelik yapılan uyarılarda, Eş-Şebab terör örgütünün Hamas’a destek maiyetinde terör saldırısı gerçekleştirebileceği riskinin olduğu belirtilmiştir.
Şiddet ve terör yoluyla pazar payını artırma yaklaşımı
Yerel ya da küresel ölçekte faaliyet gösteren terör örgütleri, daha fazla yerel halk desteğine ve uluslararası anlamda finansal kaynağa ulaşma noktasında faaliyet gösterdiği alanlarda şiddet eylemlerini ve dolayısıyla ‘pazar payını’ artırma girişimi içindedir. Şiddet yoluyla pazar payı yükseltme/artırma (outbidding) yaklaşımı, Afrika’dan Ortadoğu’ya Güneydoğu Asya’dan Güney Amerika’ya kadar DDSA ve terör örgütü yapılanmalarında sıklıkla benimsenen bir strateji haline gelmiştir.
Bu noktada terör örgütlerinin eylemlerinde nicelik mi yoksa nitelik mi önemli sorusunun önemli bir yere oturduğu söylenebilir. Çünkü konuya ilişkin literatür ışığında terör örgütleri için marka değerlerini artırmak, üstlendikleri eylemlerin sayısıyla eş değer ilerlemektedir. Örneğin pek çok örnekte daha fazla ses getiren bombalama eylemleri, kitleleri mobilize etme ve toplumsal destek kazanmak adına oldukça etkili bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Dahası, acımasız ve gaddarca gerçekleştirilen eylemlerin artışının gruplara daha fazla popülarite kazandırdığı argümanı, bu gruplar arası rekabette şiddet ölçütünü bir numaralı gösterge haline getirmektedir. Çünkü şiddet ölçütündeki artış, ilgili terör örgütünün kararlılığını ve etkinliğini yerel nüfusa göstermesi ve kitleleri savunulan ‘dava’ ya da ideoloji bağlamında harekete geçirmesi bakımından kritik önem taşımaktadır.
Nijerya merkezli Boko Haram terör örgütünün 2014 yılında Kamerun sınırındaki Chibok köyüne düzenlediği baskında 200’den fazla kız öğrenciyi kaçırması ve kısa bir süre sonra Maiduguri kentine yönelik saldırıların 250 kişinin ölümüyle sonuçlanması, yarattığı infial bakımından bu rekabet içerisinde ele alınabilir. Benzer olarak El-Kaide’nin 1998 yılında Nairobi’deki ABD büyükelçiliğine düzenlendiği ve 213 kişinin hayatını kaybettiği saldırıların 2011 yılı itibarıyla Somali’de etkinliğini artıran Eş-Şebab (2012 itibarıyla El-Kaide’ye bağlılık bildiren) terör örgütünün eylemlerine payanda oluşturduğu söylenebilir.
Tetikleyici unsurlar
Bu bağlamda Afrika özelinde potansiyel saldırıları tetikleyecek bazı unsurlardan söz etmek gerekir. Bunlardan ilki, Hamas-İsrail çatışmasına ilişkin devlet politikaları ve yerel halkın tutumundaki keskin ayrışmalardır. İsrail ile sahip olunan ilişki ve etkileşimlerden ötürü ilkeler ve çıkarlar arasında bir denge arayışında olan bazı kıta devletleri, İsrail’in saldırılarını meşru bir yöne çekerek 7 Ekim tarihli Hamas saldırılarını terör eylemi olarak nitelendirmektedir. Örneğin, batının müttefikleri arasında görülen Kenya ve Gana’da çatışmaların ardından yapılan İsrail yanlısı açıklamalar, toplum nezdinde güçlü bir reaksiyonla karşılaşmıştır. Bu durum, ilgili ülkelerde yerel topluma angaje olmaya çalışan terör örgütleri tarafından bir fırsat penceresi olarak görülebilir. Öyle ki Eş-Şebab benzeri örgütler, yerel halkın memnuniyetsizliğini istismar etmek ve karar vericiler ile toplum arasındaki sosyal mutabakatı kırmak amacıyla karşıt propaganda faaliyetlerine başvurabilir. İlgili yönetimlerin batı yanlısı şeklinde lanse edilmesi ve Filistin davasına ihanet ettikleri yönünde bir retorik geliştirilmesi, bu propagandanın bir parçası olabilir. Bu yöntem hem militan devşirmek hem de yukarıda bahsedildiği üzere şiddet yoluyla ‘pazar payını artırmak’ adına terör örgütlerine elverişli bir alan açar.
İkinci olarak Sahel bölgesinde son 3 yılda gerçekleşen darbeler ve kırılgan güvenlik atmosferi, El-Kaide (Jama’at Nusrat val Muslimin) ve IŞİD (İslam Devleti Büyük Sahra Kolu- ISGS) bağlantılı gruplara hareket alanı tanımaktadır. Nijer’de yaşanan darbe, Fransa’nın bölgedeki son askeri üssünden çekilme sürecini başlatmış ve terörle mücadele noktasında bölge ülkelerinin savunma kapasitelerini oldukça zayıflatmıştır. Bu yönde, Eylül ayında Burkina Faso, Nijer ve Mali arasında imzalanan savunma anlaşması, ilgili ülkelerin güçlerini birleştirme adımı olarak görülebilir. Bu tablo, Hamas-İsrail çatışmasından hareketle ortaya çıkabilecek ‘dayanışma’ saldırılarını JNIM ve ISGS’nin bölgesel zayıflıkları değerlendirmesi için kullanabileceği aygıtlara çevirebilir. Öte yandan iki terör grubu arasında devam eden göreceli rekabet, ‘outbidding’ yaklaşımından kaynaklı olarak saldırıların şiddetini ve doğal olarak sivil kayıplardaki artışa neden olabilir.
Özetle Hamas-İsrail çatışmasının şiddet ve süresinin uzaması, ulus ötesi kimliğe sahip terör gruplarının muhtemel saldırılarına yol açabilir. Bunun arka planındaki nedenlerden birisi, radikal ve aşırılıkçı terör gruplarının benimsediği şiddet ve saldırılar aracılığıyla küresel çaptaki pazar payını ve marka değerini artırmaktır. Bununla beraber Hamas-İsrail çatışmasına yönelik Afrikalı devletlerin tepkileri ile toplumsal taban arasındaki kopukluk, bölgedeki terör gruplarına ve farklı ajandaya sahip DDSA’lara eylem esnekliği vermektedir. Son olarak Sahel bölgesi başta olmak üzere Orta ve Doğu Afrika’daki istikrarsız ve kırılgan güvenlik atmosferi, Hamas-İsrail çatışmasından kaynaklı değişen bölgesel dinamikleri birbirine entegre ederek ileriye dönük terör hareketliliğini ön plana getirmektedir.
Yazar: Fuat Emir Şefkatli
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi