Afrika’nın genelinde gözlemlenen kronik sorunların yanında güvenlik sektöründeki çok aktörlü yapı, bölge ülkelerindeki istikrarsızlığın, etnik/klan tabanlı çatışmaların ve iç savaşların en temel nedenlerinden birisidir. Güvenlik sektörü, bir bakıma coğrafi unsurlar, ekonomik zorluklar, sömürge dönemi mirası, yolsuzluk ve terör gibi alt başlıkların bir tezahürüdür. Bununla beraber kuruluş, motivasyon, ideoloji ve eylem yöntemleri bakımından birbirinden ayrışan çok sayıda devlet dışı silahlı aktör (DDSA), Afrika’daki güvenlik atmosferini daha kırılgan hale getirmektedir. Literatürde yer alan pek çok DDSA tipolojisinde yer alan milis gruplar ise çıkış noktaları, kullanımları ve resmi güvenlik birimleriyle ilişkileri bakımından önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Oluşumu itibarıyla milis gruplar, kırılgan yapıda addedilebilecek devletlerin bünyesindeki parçalı ve politize güvenlik sektörünün bir sonucudur. Sömürge sonrası dönem ele alındığında siyasi, ekonomik ve toplumsal kurumsallaşmasını tamamlamamış devletlerde güvenlik bürokrasisi (ordu, polis gücü, istihbarat vd. kolluk güçleri), klan, siyasi parti ve etnik gruplar arasındaki çıkar çatışmasının sonucunda oluşmakta gücü elde eden lidere karşı bağlılık ve itaat ile şekillenmektedir. Başka bir deyişle milisler, statükoyu elinde bulunduran elitlerin siyasi güçlerini ve ekonomik ayrıcalıklarını korumak amacıyla kurdukları düzenin en kritik bileşenleridir.
Afrika’daki örnekler
Libya’da, 2011 sonrası oluşan otorite boşluğu, milis grupların çıkışına zemin hazırlamıştır. Toplum tabanlı, rant odaklı ya da devlete müzahir silahlı gruplar, yalnız güvenlik bürokrasisi içinde bir ikilik yaratmamış, siyasi süreçlerin de büyük oranda aksamasına neden olmuştur. Bu gruplar, süreç içinde farklı güvenlik birimlerine angaje edilmiş, güçlü bir meşruiyet alanı kazanmıştır. Öyle ki Libya özelinde ‘milis diplomasisi’ kavramı, ülke siyasetini açıklamak için öne çıkan bir kavramdır. Çünkü 2011 yılından günümüze oluşturulan siyasi otoriteler, genelde ülkenin batı ve doğusunda faaliyet gösteren silahlı grupların bir güç paylaşımı dahilinde ortaya çıkmış, bu grupların bir çıkar çatışması içine girdiği senaryolarda ulusal uzlaşı akamete uğramıştır. Libya’daki en temel sorunlardan biri, bu grupların 2014 ve 2019 iç savaşlarında devlet güvenlik güçleri ile iç içe geçmeleridir. Bu rolü, resmi güvenlik birimleri tarafından aktif oldukları bölgelerde kendilerine devredilen yarı ya da tam meşruiyet doğrultusunda elde eden milisler bazı örneklerde yetki ve güçlerini etnik, azınlık ve muhalif temizliği için bir araç olarak kullanmıştır. Bu sorunlu meşruiyet devrinden kaynaklı eylemlerin takibi, denetimi ve yargılaması noktasında ise hükümetlerin stratejik kazanımlarını ön planda tutarak ilgili gruplara belli bir esneklik alanı tanıdığı görülmüştür. Örneğin, son olarak Ağustos 2023’te patlak veren çatışmalar bu güç mücadelesi içinde okunabilir. Başkent Trablus’un stratejik noktalarını kontrol eden Özel Caydırıcı Güç (Rada) milisleri ile hükümete bağlı 444.Tugay arasındaki çatışmalar, gruplardan birinin güç dengeleri içinde ön plana çıkması ya da diğerine nazaran daha büyük kazanımlar elde etmesi sonucu oluşan çatışma dinamikleri altında açıklanabilir. Bir anlamda yerel özerklik veya bağımsızlık olarak algılanabilecek bu durum, devletin milis grupları değil milis grupların devleti kontrol ettiği argümanını güçlendirmektedir.
Benzer olarak Sudan’da devam eden iç savaşın en temel nedenleri arasında Muhammed Hamdan Dagalo liderliğindeki Hızlı Destek Güçlerinin (HDG) güvenlik bürokrasisi içinde kontrolsüz ilerleyişi ve orduya tam entegrasyonu konusunda yaşanılan zorluklardır. Darfur’daki iç savaş sırasında Sudan hükümeti adına cephede yer alan Cancavit milislerden doğan HDG, pek çok kriz noktasında ‘destek kuvvet’ (auxiliary forces) olarak faaliyet göstermiş, isyancı gruplar ile mücadelede resmi birliklere nazaran daha az maliyetli olmaları bakımından tercih edilmiştir. Darfur’daki savaş süresince Sudan ordusuna operasyonel, istihbari ve lojistik destek sağlayan Cancavitlerin yine resmi birliklere nazaran daha hızlı sürede mobilize olmaları, mikro düzeyde yürütülen operasyonların sonuca ulaşmasını sağlamıştır. Ancak HDG’nin tarihsel akış içinde (iç savaş süresince) elde ettiği ekonomik ve siyasi kazanımlar, düzenli ve birleşik ordunun kurulması için başlatılan güvenlik sektörü reformları kapsamında amaçlanan silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) safhalarının hayata geçmesinin önündeki en büyük engellerdir. Öte yandan pragmatist ve yayılmacı bir ajandaya sahip olan HDG benzeri milis yapılanmaların birleşik ordu yapılanmasına entegre edildikleri senaryoda bu grupların sayıca çokluğu ve çeşitliliği nedeniyle ordu birimlerinde bir hizipleşme ve kadrolaşmanın ortaya çıkması söz konusudur. Ayrıca Sudan özelinde oluşacak hibrit yapı, geçmişi itibarıyla savaş suçu işlemiş ve sabıkalı figürlerin silahlı kuvvetler içinde söz sahibi olmasına yol açabilir.
Etiyopya’da 25 Eylül tarihinde Amhara bölgesinde Etiyopya Ulusal Savunma Kuvvetleri (ENDF) ile Amhara Ulusal Hareketi (FANO) milisleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. Kayıp ve yaralıların olduğu çatışmalarından ardından bölge istikrarına yönelik endişeler artmıştır. Amhara’daki çatışmaların çıkış noktası olarak Federal hükümetin Etiyopya’daki 11 bölgenin güvenlik birimlerini Federal güvenlik güçleri altında toplamayı amaçlayan kararı gösterilebilir. Kararın ardından yerel topluluklar, özerkliklerini kaybetme endişesi ile kendi bölgelerinde etkin olacak ‘yabancı’ bir güvenlik aparatına karşı direniş göstermişlerdir. Nitekim HDG örneğinde olduğu gibi Etiyopya’daki temel mesele, FANO milis grubunun potansiyel STyE sürecine karşı direnişidir. Bu noktada STyE programının yeniden entegrasyon kısmına odaklanacak olursak eski savaşçıların topluma entegre edilmesinde ya da başka bir deyişle ‘eski savaşçı’ kimliğinden ‘vatandaş’ kimliğine geçişlerinde ortaya çıkan kimlik inşa süreci oldukça önemlidir. Bu kapsamda ilgili süreçte uygulanan ekonomik teşviklerin (istihdam, mesleki eğitimler, arazi ve finansal destekler) yanı sıra eski savaşçının hedef topluma kazandırılmasında ilgili toplumun sosyal özelliklerinin göz önüne alınması kritik bir önem taşımaktadır. Çünkü iç savaş yaşayan toplumlarda çatışma sonrası oluşan atmosfer, karşılıklı güven sorununa ve korkuya neden olmakta, eski savaşçı ve angaje edilmeye çalışılan toplum nezdinde çeşitli güvenlik kaygılarını meydana getirmektedir.
Sonuç olarak Afrika’daki çok aktörlü güvenlik atmosferi, ilgili yönetimler tarafından (iç) savaş, etnik konsolidasyon ve terörle mücadelede faydalı bir araç olarak görülse de barış ve ulus inşa süreçlerinde çok büyük bir engel olarak ön plana çıkmaktadır. Özellikle çalışmada bahsedildiği gibi farklı siyasi ve ekonomik kazanımlara erişen milis grupların entegrasyonu bu gruplar nezdinde hem bu kazanımlardan feragat edilmesi hem de kendilerine yönelik potansiyel tehlikeler açısından endişelere yol açmaktadır. Dolayısıyla Afrika’nın Sahel bölgesindeki ülkeler (Mali, Nijer, Burkina Faso) de dahil olmak üzere pek çok noktada faaliyet gösteren milis grupların entegrasyonundaki başarısızlık bir domino etkisi yaratarak tüm kıtaya sirayet etmektedir.
Yazar: Fuat Emir Şefkatli
Editör : SavunmaTR Haber Merkezi