Beşar Esad, Babası Hafız Esad’ın 1971’den beri Suriye’yi yönettiği dönemin ardından iktidara gelmiştir. Başkanlığının demokratik reformlar ve ekonomik canlanma dönemi başlatacağına dair erken umutlara rağmen, Beşar Esad büyük ölçüde babasının otoriter yöntemlerini sürdürdü.
Bu yüzden 2011 yılında, Suriye’de büyük bir ayaklanmayla karşı karşıya kaldı. Bu ayaklanma, bir iç savaşa dönüştü. Esad, savaştaki zorlu yılların ardından rejimini korumayı başarmış görünüyordu, ancak 2024’te Suriye’deki isyancıların ani bir saldırısı hükümetini birkaç hafta içinde çökertti.
Erken Yaşamı
Beşar Esad, Suriye askeri subayı ve 1971 yılında bir darbeyle devlet başkanlığına yükselen Baas Partisi üyesi Hafız Esad’ın üçüncü çocuğudur. Esad ailesi, Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan ve 1960’lardan beri Suriye siyasetinde baskın bir rol oynayan bir İslam mezhebi olan Nusayri azınlığına mensuptur. Beşar, ilk eğitimini Şam’da aldı ve 1988’de Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden göz doktoru olarak mezun oldu. Daha sonra Şam’daki bir askeri hastanede ordu doktoru olarak görev yaptı ve 1992’de çalışmalarına devam etmek için Londra’ya taşındı.
Ancak 1994’te ağabeyi Basil, bir trafik kazasında öldü. Bu durum üzerine, siyasi ve askeri deneyimi olmamasına rağmen Beşar, Suriye’ye çağrıldı ve ağabeyinin yerine geçmek üzere hazırlandı. Beşar’ın ülkedeki güçlü askeri ve istihbarat teşkilatları nezdinde itibarını artırmak amacıyla bir askeri akademide eğitim aldı ve sonunda Cumhuriyet Muhafızları’nda albay rütbesine yükseldi. Babası Hafız Esad ayrıca, daha önce halk arasında tanınmayan oğlu için olumlu bir kamu imajı oluşturmak için girişimlerde bulundu.
İktidara gelişi ve reform umutları
Hafız Esad, 10 Haziran 2000’de öldü. Ölümünden saatler sonra ulusal meclis, başkanlık için minimum yaşı 40’tan, Beşar Esad’ın yaşı olan 34’e düşüren bir anayasa değişikliğini onayladı. 18 Haziran’da Beşar, iktidardaki Baas Partisi’nin genel sekreteri olarak atandı ve iki gün sonra parti kongresi, onu başkanlık adayı olarak gösterdi ve ulusal meclis bu adaylığı onayladı. 10 Temmuz’da, rakipsiz bir şekilde girdiği seçimlerde Beşar, yedi yıllık bir dönem için başkan seçildi.
Birçok Suriyeli, gücün babadan oğula geçmesine itiraz etse de Beşar’ın yükselişi, hem Suriye’de hem de yurtdışında bir miktar umut yarattı. Gençliği, eğitimi ve Batı’ya maruz kalmışlığı, o zamanki statükodan bir sapma ihtimalini ortaya koyuyordu.
İktidara geldiğinde Suriye, güçlü bir güvenlik ve istihbarat ağıyla yönetilen otoriter bir devlet ve azalan petrol rezervlerine bağımlı, durağan bir devlet ekonomisi vardı. Esad göreve gelirken yaptığı konuşmada bazı siyasi reformlar gerçekleştireceğini dile getirdi ama Batı tarzı demokrasinin Suriye siyaseti için uygun bir model olmadığını ifade etti. İlk olarak ifade özgürlüğü ve basın üzerindeki hükümet kısıtlamalarını biraz gevşetti ve birkaç yüz siyasi mahkumu serbest bıraktı. Bu erken jestler, gözlemciler tarafından “Şam Baharı” olarak nitelendirildi. Ancak Esad’ın ilk dönemi, kısıtlı bir çerçevedeki reform girişimlerinden ibaret kaldı. Ekonomik liberalleşme, büyük ölçüde siyasi bağlantıları olan bir elit kesimi zenginleştirirken, kamu sektörü sayesinde geçimini sağlayan, hizmet ve sübvansiyonlara bağımlı birçok Suriyeliye yardımcı olmadı.
2007 yılında yapılan ve eleştirmenler tarafından büyük ölçüde bir aldatmaca olarak görülen seçimlerde Esad, ikinci dönem için neredeyse oybirliğiyle yeniden seçildi. Bu dönemde Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgesel güçlerle ilişkileri düzeltmeye çalıştı.
Ayaklanma ve İç Savaş
Arap Baharı Protestoları ve Esad’a Karşı Başkaldırı
2011 yılının Mart ayında Esad, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bir dizi pro-demokrasi ayaklanmasından ilham alarak Suriye’de patlak veren hükümet karşıtı protestolarla karşı karşıya kaldı. (Bkz. Arap Baharı.) Suriyeli güvenlik güçleri protestoculara karşı ölümcül güç kullanırken, Esad bir dizi taviz sundu; önce kabinesini değiştirdi, ardından Suriye’nin olağanüstü hal yasasını ve Yüksek Devlet Güvenlik Mahkemesi’ni kaldıracağını açıkladı. Ancak bu reformların uygulanması, protestoculara karşı şiddetin önemli ölçüde artmasıyla aynı zamana denk geldi ve bu durum Esad ve hükümetine yönelik uluslararası kınamalara yol açtı.
Protestolar ülkenin yeni bölgelerine yayıldıkça hükümet, protestoların merkezine dönüşen birkaç şehre tanklar ve askerler gönderdi. Katliamlar ve güvenlik güçlerinin ayrım gözetmeksizin şiddet kullandığına dair raporların ortasında Esad, ülkesinin mezhepsel savaşı kışkırtmaya çalışan uluslararası bir komplonun kurbanı olduğunu ve hükümetin barışçıl sivil protestoculara değil, silahlı isyancı ağlara karşı savaştığını savundu.
Eylül 2011 itibarıyla silahlı muhalif gruplar ortaya çıkmış ve Suriye güçlerine karşı giderek daha etkili saldırılar düzenlemeye başlamıştı. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’in ateşkes sağlama çabaları başarısız oldu ve 2012 ortalarına gelindiğinde kriz, tam anlamıyla bir iç savaşa dönüşmüştü.
İç Savaşın Derinleşmesi
2012 yılının Temmuz ayında, Esad’ın en yakın çevresi, hükümet binasında yapılan bir toplantı sırasında patlayan bombayla en büyük kayıplarını verdi. Ölenler arasında Savunma Bakanı Davud Raciha ve Esad’ın en yakın danışmanlarından biri olan kayınbiraderi Asıf Şevket bulunuyordu.
Rejim ve muhalif güçler kanlı bir çıkmazda sıkışmışken, güvenlik koşulları Şam’da kötüleşti. Esad’ın kamuya açık görünümleri giderek azaldı ve genellikle askerleri ve sivil destekçileri motive etmeye yönelik düzenlenmiş etkinliklerle sınırlı kaldı. Esad rejiminin uluslararası müttefikleri ve muhaliflerin destekçileri, kendi taraflarına desteklerini artırdı. Aynı dönemde İran ve Hizbullah, Suriye hükümetine silah sağlamaya devam etti. 2012’nin sonlarına doğru Hizbullah, isyancılara karşı savaşmak için kendi savaşçılarını da Suriye’ye göndermeye başladı.
Kimyasal Silahların Kullanımı ve Varil Bombaları
21 Ağustos 2013’te Şam’ın banliyölerinde yüzlerce kişinin ölümüne neden olan kimyasal saldırıların ardından Esad, uluslararası askeri müdahale çağrılarıyla karşı karşıya kaldı. Suriye muhalefeti, saldırıları Esad yanlısı güçlerin gerçekleştirdiğini iddia etti, ancak Esad, kimyasal silah kullandığını reddetti ve eğer böyle silahlar kullanılmışsa bunun isyancılar tarafından yapıldığını savundu.
ABD, İngiltere ve Fransa liderleri, Esad rejiminin saldırıları emrettiğine dair istihbarata sahip olduklarını ileri sürdü ve misilleme saldırıları düzenlemeyi düşündüklerini açıkladı. Rusya, Çin ve İran askeri müdahaleye karşı çıktı ve Esad, Batı’nın saldırganlığına karşı savaşacağını ilan etti. Batılı ülkelerin askeri müdahale tehdidi, Eylül ayında Rusya, Suriye ve ABD’nin tüm Suriye kimyasal silahlarını uluslararası kontrol altına alma konusunda anlaşmasıyla önlendi.
Kimyasal silah kullanımından kaçınılsa da, Esad’ın isyancılara karşı taktikleri uluslararası kınamalara yol açmaya devam etti. “Varil bombaları” olarak bilinen, helikopterlerden ve uçaklardan atılan doğaçlama patlayıcılar, hem askeri hem de sivil hedeflere yönelik olarak yıkıcı bir şekilde kullanıldı. İnsan hakları örgütleri, bu tür ayrım gözetmeyen silahların kullanımının savaş suçu olduğunu savundu.
Rusya’nın desteği ve Esad’ın yeniden ilerleyişi
İç savaş uzadıkça, yeni gruplar ortaya çıkıyor ve Esad güç kaybediyor gibiydi. Özellikle IŞİD’in ortaya çıkışı bölgedeki diğer grupları olduğu gibi Esad yönetimini de zora soktu. Ancak IŞİD’e müdahale, özellikle ABD’nin odağını bu yeni tehdide kaydırmasına neden oldu. Bu sırada, Esad’a uzun süredir silah ve siyasi destek sağlayan Rusya, 2015 yılında Suriye’de askeri operasyon başlattı ve isyancı mevzilerini bombalayıp, hükümet güçlerini desteklemek için kara birliklerini gönderdi. Bu müdahale büyük ölçüde başarılı oldu: 2017’nin sonuna gelindiğinde Esad, Suriye’nin büyük şehirlerinde yeniden hakimiyet kurmuş ve kalan isyancılar birkaç izole bölgeye sıkıştırılmıştı. 2018’in ortalarına gelindiğinde bu bölgeler İdlib bölgesine indirgenmişti.
Türkiye’nin bu süreçte Suriye kuzeyinde operasyonlar yapması İdlib bölgesinde gerginliği azaltma bölgesi kurması, ülkedeki dengeleri ilerletti. , Esad başlangıçta bir çatışmadan kaçındı. Ancak 2019 baharında, El Kaide ideolojisinden etkilenen bir grup olan Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ), bölgeye hâkim hale geldikten sonra Esad, askeri güçlerini ilerletti.
Bu ilerleyişe İran merkezli milislerin katılımı, özellikle Türkiye’de muhalefetin Esad ile uzlaşma çağrısını yüksek sesle dile getirmesine neden oldu. Mülteci merkezli sorunlara çözüm olarak Esad’ın adres gösterilmesi, bu süreçte altyapı ve yeni ticaret merkezlerinin inşa edilmesi, yabancı yatırımcıları çekmeye yönelik çabalar ile pekişti. Ancak Esad yönetimi, “10 Sayılı Yasa” olarak bilinen ve mülk sahiplerinin mallarını yeniden kaydettirmemeleri halinde hükümetin mülklerine el koymasına izin veren bir tedbir, tartışmalara yol açtı. Yasanın amacı, savaş sırasında sahipleri tarafından terk edilen mülklerin geliştirilmesi veya yeniden dağıtılmasıydı. Bu yasa, hükümetin muhaliflerinden topluca mülk alıp bunu rejim yanlılarına dağıtmasına olanak tanıyacağının işaretiydi.
Muhaliflerin 2024 yılında hızlı ilerleyişi ve rejimin sonu
Rusya’nın Suriye’deki savaşı sürdürme kapasitesi, Ukrayna’ya yönelik kapsamlı işgali nedeniyle zayıfladı. İran ise İsrail ile yaşanan çatışma sırasında zayıfladı. Ekim ayında Hizbullah, Lübnan’daki İsrail kara işgaline karşı kendi cephelerini savunurken Suriye’den savaşçılarını çekmek zorunda kaldı.
Hizbullah, 26 Kasım’da İsrail ile bir ateşkese varmış olsa da, Suriye dışında yeniden savaşa katılacak kadar güçlü değildi. Ertesi gün HTŞ, İdlib’den doğu ve güneye hızla ilerleyen bir saldırı başlattı. Günler içinde, bir zamanlar Suriye’nin en büyük şehri ve ticaret merkezi olan Halep’in kontrolünü ele geçirdi ve kısa süre sonra Hama’yı da aldı.
Sadece on gün içinde HTŞ, Şam’ı izole edip girdiğinde, Esad’ın kaçtığına dair haberler ortaya çıktı.