7 Ekim 2023 sonrası yaşananlar, bölge güvenlik dinamiklerine dair değişim ve dönüşümlere zemin hazırlamaya devam ediyor.
İsrail’in Gazze’de başlattığı işgal girişimi, çok sayıda sivilin ölümüne ve yerinden edilmesine yol açtığı gibi şiddet ölçütü giderek artan çatışmalar, son olarak Mısır sınırlarındaki Refah kentine ve stratejik öneme sahip Refah Sınır Kapısına yayılmıştı. Öyle ki daha önce İran ve İsrail arasındaki askeri gerginliğin yanı sıra Yemen’de Husilerden kaynaklı saldırılar ile genişleyen cephe, Lübnan merkezli Hizbullah Hareketinin de Haziran ayı itibarıyla çatışma dinamiklerine aktif bir biçimde katılmasıyla beraber bölgeselleşmeye devam ediyor.
Hizbullah ve İsrail arasındaki son gerilimin arka planında hiç şüphesiz Hamas-İsrail Savaşı bulunuyor. Ancak taraflar arasında tansiyonun artması, yakın tarihte gerçekleşen bazı misilleme saldırıları ile somut bir görünüm aldı. Bu noktada Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Talib Sami Abdulla’nın İsrail saldırıları sonucunda hayatını kaybetmesi, Hizbullah’ın bu saldırıya 200’den fazla roketle karşılık vermesine neden oldu. Ardından İsrail, Lübnan’ın 120 km kuzeyine saldırılar düzenlerken, Hizbullah da İsrail sınırlarının 35 km derinliğine ulaşan İran yapımı Falaq 2 roketlerini fırlattı. Ayrıca Hizbullah’a ait sosyal medya hesaplarında İsrail yapımı üçüncü nesil Hermes 900 SİHA’sının Lübnan üzerinde düşürüldüğünü gösteren görüntüler yayınlandı.
Daha önce belli saldırılarda Hizbullah tarafından kullanılan Falaq 1 füzelerine nazaran daha uzun menzile ve daha büyük harp başlığına sahip olan Falaq 2 füzelerinin kullanılması, Hizbulah’ın 2006 Savaşı’ndan günümüze silah ve personel kapasitesindeki ciddi artışın da bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu tarihten günümüze Hareketin lideri Hasan Nasrallah’a göre Hizbullah, savaşçı sayısını yedek kuvvetler de dahil olmak üzere 100 binin üzerine çıkartırken envanterindeki 150 binden fazla roketle İsrail’e karşı caydırıcılığını güçlendirdi.
Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmaları, kökeni itibarıyla daha da geriye, 1982 Lübnan İç Savaşına kadar götürmek mümkün olacaktır. Bu tarihlerde, İsrail’in Kuzey sınırlarına yönelik Filistinli militanların saldırıları İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesine ve 22 yıl kontrol altında tutmasına yol açmıştı. İsrail işgaline karşı ‘direniş’ maksadıyla kurulan Hizbullah Hareketi, zaman içinde Lübnan Ordusu içinde özerk bir paramiliter yapı haline dönüşerek bölge genelinde oluşan ‘direniş ekseninin’ en temel bileşeni haline geldi. 2006 yılında patlak veren savaşta ise çoğu sivil olmak üzere 1.000’den fazla Lübnanlı ve 121 İsrail askeri hayatını kaybetti. Günümüzde Hamas-İsrail Savaşı, Hizbullah’ın saldırılarını kademeli olarak artırmasına yol açtığı gibi İsrail nezdinde ise Kuzey sınırlarının tehdit algılamasını artırdı.
Savaş Retoriği ve Bölgesel Değerlendirme
İlk olarak tarafların içinde bulunduğu siyasi ve askeri atmosfer hem Hizbullah hareketinin hem de İsrail’in ileriye dönük hamlelerinde etkilidir. Bu anlamda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kuzeydeki sınırları güvence altına almak ve bölgeyi istikrara kavuşturma noktasında gerekli önlemleri alacaklarını vurguladı. Netanyahu’nun bu çıkışında İsrail hükümeti içindeki radikal unsurların varlığı ve iç kamuoyu baskılarından söz edilebilir. Çünkü yakın zaman aralığında 53 binden fazla İsrailli, sınır bölgesindeki çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek durumunda kaldı. Bununla birlikte Hizbullah’ın roket saldırıları sonucunda çıkan yangınlardan etkilenen İsrail’in kuzeyindeki Celile bölgesinde çok sayıda ev boşaltıldı.
Radikal sağ tandanslı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve ana muhalefet lideri Yair Lapid’in “kuzeydeki gelişmelerin İsrail’in caydırıcılığına zarar verdiği” yönündeki söylemleri, Netanyahu ve savaş kabinesi için güney cephesinin genişletilip genişletilmemesi hususunda bir ikileme itiyor. Nitekim bu gelişmeler, İsrail’in Lübnan’a yönelik geniş çaplı saldırıları için yeterli bir altyapı teşkil etmiyor
Olası bir Hizbullah Savaşının mevcut askeri dinamikler içinde bir ikilem olarak görülmesinin en temel nedeni ise Hamas’ın Gazze’deki siyasi ve askeri varlığının devam ediyor olması ve öncelikli hedefin şaşmaması gerektiği retoriğidir. Buna göre Gazze’nin savaş sonrası yönetim şeklini gündeme alan ve ateşkesin tartışılmaya başlandığı bir dönemde İsrail Ordusunun (IDF) mevcut kapasite ve kabiliyetlerinin zorlanması ordu içinde pek tercih edilir bir seçenek değildir. Öyle ki Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada IDF’nin Hizbullah tehdidini ortadan kaldırmak ve savaşı genişletmek ihtimaline sıcak bakmadığını kaydetti. IDF’nin şu anda kuzeyde bir saldırı başlatarak burada ‘güvenli bölgeler’ oluşturmak istemediğini sözlerine ekleyen Smotrich, Savaş Kabinesi içindeki ılımlı kanadın önemli temsilcileri arasında gösteriliyor. Öte yandan bu yaklaşımı destekler mahiyette ABD, çatışmaların kontrolden çıkmasını önlemek için diplomatik çabalarını sürdürüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mathew Miller, ABD’nin gerilimin tırmanması riskinden “ciddi manada endişe duyduğunu” belirtti.
Hizbullah cephesinde ise temel önceliğin Gazze’deki savaşı durdurmak ve Hamas ile ‘dayanışma’ saldırılarına ağırlık vermek olduğu söylenebilir. Bu noktada Hizbullah’ın İsrail ile topyekûn bir savaşı istemediği, ancak şartlar oluştuğu takdirde de geri adım atmayacağını bilmek gerekir. Ek olarak çatışmaların yoğunlaşması, aktörlerin birbirlerinin topraklarına yönelik saldırılarının derinliği ve kullanılan silahların ağırlığı dengeleri değiştirebilir. Diğer taraftan Hizbullah’ın yakın müttefiki ve en büyük destekçisi İran ile sahip olduğu ilişkileri de göz önünde bulundurmak lazım. Büyük ölçüde Hizbullah’ın bölgesel stratejileri, İran ile koordineli olarak yürütülüyor. Bu açıdan bakıldığında geniş çaplı bir çatışma, İran ve ABD’nin de savaşa dahil olma ihtimalini içinde barındırıyor. İran’ın böyle bir senaryoyu ne ölçüde kabul edeceği ise bir başka tartışma konusudur.
Bölgesel ve Küresel Etkiler
İsrail-Hizbullah çatışmasını bölgesel ve küresel etkileri bakımından da ele almak gerekir. Bu kapsamda gerginliğin taraflar arası topyekûn bir savaşa dönüşmesi, Gazze’de 9 aydır devam eden insani krizin katlanarak artmasına zemin hazırlayabilir. Öte yandan bu durum Gazze’deki çatışmaların yoğunluğunu artırma potansiyeline sahiptir. Çünkü İsrail’in askeri kaynaklarını kuzey sınırına kaydırması, Gazze’deki askeri operasyonların şiddetini ve ölçeğini düşüreceği gibi aynı oranda Hamas’ın yeniden mobilize olarak saldırılarını artırma ihtimalini göz önüne getirebilir.
İkinci bir husus, İsrail-Hizbullah çatışmalarının Gazze’deki ateşkes sürecini olumsuz yönde etkileyebilmesidir. Çünkü böyle bir senaryoda Gazze’deki ateşkes süreci ve müzakereler arka plana itilebilir. Buna paralel olarak Hizbullah’ın İsrail topraklarını hedef alan olası saldırıları, İsrail’i ateşkes sürecini bozmaya itebilir. Yerinden edilmiş kişilerin sayısını artırabilecek böyle bir senaryonun Gazze’ye yönelik insani ihtiyaç trafiğini sağlamada bazı engeller ortaya çıkarabileceğini de ifade etmek gerekir.
Sonuç olarak, İsrail-Hizbullah çatışmasının genişlemesi, geri kalan bölge ülkelerinin siyasi ve askeri politikalarını yakından ilgilendirmektedir. Bu aşamada İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye’nin ne gibi bir pozisyon alacağı kritik öneme sahiptir. Tüm bu gelişmelerin Gazze’deki İsrail saldırılarına büyük oranda kulak tıkayan uluslararası toplumun reaksiyonu, krizin derinleşmesi ya da hafiflemesi adına önemli olacaktır.