Kurulduğu tarihten itibaren karmaşık olan ve günümüze kadar istikrarlı bir politik yapı elde edemeyen İsrail yönetim kadrosu yine zor bir durumda. 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleşen olaylar sonrası Filistin topraklarını işgal eden ve on binlerce insanı katledip milyonlarca insanı yerinden eden Başbakan Binyamin Netanyahu hükümeti, sözüm ona “savaşta” bile kendi ülkesinde “istenmeyen adam” konumuna geldi.
Netanyahu’nun içine düştüğü durumun nedenlerini, öncelikle İsrail’in politik yapısını inceleyerek daha sonra 7 Ekim tarihi sorasında var olan politik yapının değişimini belirlemeye çalışarak ve en sonunda bu denklemde ABD ve İsrail arasındaki ilişkiye göz atarak analiz etmeye çalışacağız.
İsrail’in politik yapısı
İsrail Devleti’nin politik yapısı ve rejimi, 1948’de bağımsızlığının ilanıyla birlikte şekillenmeye başlamış ve zaman içinde sürekli evrim geçirmiştir. Bu süreç, ülkenin demografik yapısı, karmaşık iç siyasi dinamikleri ve stratejik bölgesel konumu gibi çeşitli faktörler tarafından şekillendirilmiştir. İsrail, temel bir parlamenter demokrasiye dayalı bir yönetim sistemine sahiptir ve bu sistem, kuvvetler ayrılığı ilkesiyle işler. Bu çalışmanın ilk kısmında, İsrail’in politik yapısı, yasama, yürütme ve yargı kollarının işleyişi, koalisyon hükümetlerinin dinamikleri ve ülkenin siyasi tarihinde önemli dönemler ele alınacaktır.
İsrail’in Yasama Yapısı: Knesset
İsrail’in yasama organı olan Knesset, 120 üyeden oluşur ve genel, doğrudan ve orantılı temsil esasına dayalı bir seçim sistemi ile halk tarafından dört yıllık bir süre için seçilir. Bu sistem, nispeten düşük bir oy barajı sayesinde, çok sayıda siyasi partinin parlamentoda temsil edilmesini sağlar. Bu çeşitlilik, İsrail siyasetinin çok partili yapısını yansıtır ve genellikle koalisyon hükümetlerinin kurulmasını gerektirir. Knesset’in yetkileri arasında yasama işlevi, hükümeti denetleme ve onaylama, ulusal bütçeyi belirleme ve savaş ilan etme gibi özel durumlar bulunur.
Yürütme Gücü: Başbakan ve Kabine
İsrail’de yürütme gücü, Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır. Başbakan, genellikle en büyük parti bloğunu oluşturan veya en geniş koalisyonu kurma kapasitesine sahip olan kişi olarak Knesset tarafından seçilir. Başbakan, kabine üyelerini atama ve hükümetin politik yönünü belirleme yetkisine sahiptir. İsrail’de, Başbakanın güçlü bir politik figür olması, yürütme gücünün merkezileşmesine yol açmıştır. Bununla birlikte, cumhurbaşkanı, daha çok törensel bir rol oynar ve devletin birleştirici bir simgesi olarak kabul edilir.
Yargı Gücü ve Mahkemeler
İsrail’in yargı sistemi, bağımsız mahkemelerden oluşur ve en üst noktada İsrail Yüksek Mahkemesi yer alır. Yargı, anayasal düzenin korunmasında kritik bir role sahiptir ve yasama ile yürütme kollarının kararlarını anayasaya uygunluk açısından denetler. İsrail Yüksek Mahkemesi, yargı denetimi ilkesini benimseyerek, hem idari kararların hem de Knesset tarafından çıkarılan yasaların anayasal denetimini gerçekleştirir. Bu, Mahkeme’nin İsrail demokrasisinin korunmasında merkezi bir role sahip olduğunu gösterir.
Koalisyon Hükümetleri ve Siyasi İstikrar
İsrail’in politik sistemini karakterize eden en belirgin özelliklerden biri, sık sık koalisyon hükümetlerine başvurulmasıdır. Bu durum, çok partili sistem ve orantılı temsil seçim sisteminin doğrudan bir sonucudur. Koalisyon hükümetleri, genellikle ideolojik olarak farklı partilerin uzlaşmasını ve işbirliğini gerektirir, bu da politika yapım sürecini karmaşıklaştırabilir. Koalisyon pazarlıkları sırasında, partiler arasında bakanlık pozisyonları, politika öncelikleri ve yasama gündemleri üzerinde anlaşmalar yapılır. Ancak, bu koalisyonlar bazen istikrarsız olabilir ve politik anlaşmazlıklar hükümetin düşmesine neden olabilir.
Siyasi Tarih ve Dönemler
1948’den bu yana İsrail, birçok farklı hükümet görmüştür ve bu süreçte çeşitli liderler ön plana çıkmıştır. İsrail’in kurucusu ve ilk Başbakanı David Ben-Gurion, ülkenin erken dönem politikasını şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır. 1977 yılında Likud Partisi’nin iktidara gelmesiyle, İsrail siyasetinde bir dönüm noktası yaşanmış ve bu, uzun süre İşçi Partisi’nin hakimiyetinde olan politik manzarada bir değişikliğe işaret etmiştir. Son yıllarda, Binyamin Netanyahu’nun uzun süreli başbakanlığı ve siyasi hayatta oynadığı rol, İsrail siyasetinde önemli bir figür olarak kabul edilir. Bununla birlikte, siyasi istikrarsızlık ve sık sık yapılan seçimler, ülkenin siyasi manzarasının belirgin özellikleri arasında yer almaya devam etmektedir.
İsrail’in politik yapısı ve siyasi tarihi, ülkenin iç ve dış politikalarını anlamak için kritik öneme sahiptir. Demokratik kurumların işleyişi, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve çok partili sistem, İsrail’in politik dinamiklerinin temelini oluşturur. Bu yapı, hem ülkenin kendi içindeki sosyal ve politik çeşitliliği yansıtır hem de bölgesel ve uluslararası arenada karşılaştığı zorluklarla başa çıkma kapasitesini şekillendirir.
7 Ekim sonrası İsrail’in politik yapısında Netanyahu
7 Ekim’deki Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin el Kassam Tugayları’nın saldırıları sonrası başlayan çatışmalar, İsrail’in politik yapısında ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendi ülkesindeki güvenilirliğinde önemli değişikliklere yol açtı.
İzzettin el Kassam Tugayları tarafından “El Aksa Tufanı Operasyonu” olarak adlandırılan sürpriz saldırı, 1948 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı’ndan bu yana ilk defa İsrail topraklarında yaşanan bir saldırı olarak öne çıktı ve devamında İsrail’in Filistin’i işgaliyle bir insani krize yol açtı. Uluslararası toplumda geniş çapta kınanan durum, bazı ülkeler tarafından İsrail’in kendini koruma hakkı olarak adlandırılmış olsa da İsrail kuvvetlerinin Filistin topraklarını işgali ve orada işlediği savaş ve insanlık suçları göz ardı edildi.
Hükümetin saldırılara verdiği tepki ve savaşın yönetimi, Netanyahu ve kabinesinin politikalarına yönelik eleştirileri yaygınlaştırdı. Halkın İsrail yönetimine verdiği tepkilerin yanı sıra İsrail’de devlet kademesinde de işler karıştı. Eski bir İsrail Askeri İstihbarat Şefi, hükümetin tepkisinin stratejik ve insani sonuçlarıyla ilgili endişelerini dile getirerek, potansiyel mahkum takaslarının yüksek maliyetlerini ve böyle bir felaketin bir daha asla yaşanmamasını sağlama ihtiyacını vurguladı. [1]
Halkın Netanyahu’ya olan güveni ciddi şekilde sarsılırken eski İsrail Başbakanı ve ana muhalefet partisi Yesh Atid’in lideri Yair Lapid, Netanyahu’yu 7 Ekim saldırısını engelleyememekle suçladı ve Netanyahu’nun halkın güvenini kaybettiğini öne sürerek, Netanyahu’nun derhal istifasını istedi. Liderlik değişikliği çağrısı, İsrail halkının önemli bir kısmının Filistinliler üzerinde yıkıcı etkileri olan bir savaşın ortasında hem iç hem de dış politikada yeni bir yön bulma arzusunu canlandırdı ve İsrail halkı tarafından Netanyahu’ya yönelik çok sayıda protestolar düzenlendi.
Devam eden çatışma ve Netanyahu’nun durumu ele alışı, İsrail içinde gelecekteki gidişatı, güvenliğin sağlanmasında askeri gücün rolü ve bölgede barışa yönelik daha geniş kapsamlı çıkarımlar konusunda yoğun tartışmalara yol açtı. Filistin’deki sayısız can kaybı ve İsrail toplumu içindeki bölünmelerin derinleşmesi de dahil olmak üzere savaşın sonuçları, 7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail’in siyasi ortamı ve Filistinlilerle çatışma çözümüne yönelik yaklaşımı üzerinde uzun süreli etkiler yaratacağını gösterdi.
İsrail Demokrasi Enstitüsü (İDE) tarafından 25-28 Aralık 2023 tarihleri arasında yapılan ankette, rastgele seçilen 756 İsrailliye “Gazze Şeridi’ndeki saldırıların sona ermesinin ardından kimi İsrail başbakanı olarak görmek istersiniz?” diye sorulmuş ve anket sonuçlarına göre, katılımcıların sadece %15’i savaştan sonra da Netanyahu’nun görevine devam etmesini isterken, çoğunluk ise Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz’ı başbakan olarak görmek istediklerini belirtmişti.
Bu durum, Netanyahu’nun liderliği ile İsrail’in mevcut siyasi yapısını bir yol ayrımına getiriyor ve hem ülke içinde hem de İsrail’in Filistin sorununa yaklaşımı açısından önemli bir değişim baskısını beraberinde getiriyor. Netanyahu’nun istifası yönündeki çağrılar ve yeni liderlik talebi, derin bölünmelerin ve İsrail’in 7 Ekim’den sonra başlattığı benzeri görülmemiş şiddetin ardından kendisini kritik bir virajın eşiğinde bırakıyor.
ABD ve İsrail arasındaki politik denklem
İsrail, ABD tarafından uzun yıllar boyunca yakın müttefik olarak kabul edilmiş ve ABD’nin Orta Doğu coğrafyasındaki politikalarının bir nevi uydu devleti olarak işlev görmüştür. Elbette bu ilişkinin kökleri de tarihsel süreçler sonucunda gözlemlenebilmektedir.
İsrail Devleti’nin 14 Mayıs 1948’de kuruluşunun ardından, Amerika Birleşik Devletleri tarafından sadece 11 dakika sonra resmi olarak tanınması, bu iki ülkenin başlangıçtan itibaren bir ilişki içinde olduğunu ve ilerleyen zamanlarda da bu ilişkinin derinleşeceğinin bir işareti olarak yorumlanabilir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin derinleşmeye başlaması özellikle 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı, diğer adıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı’na uzanmaktadır. Bu tarih itibariyle ABD’nin Orta Doğu stratejilerinin merkezinde konumlanan İsrail’e yönelik, ABD’nin verdiği tereddütsüz mali ile askeri destek ve bölgede “demokrasi yayma” ismiyle devam eden emperyalist çabaları, Arap ve İslam devletlerinin kamuoyunda tedirginliğe ve tahrike yol açmıştı.
1979 yılında gerçekleşen Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali ve İran’daki Şah rejimi ile Batı karşıtı İslam Devrimi gibi olaylar, ABD’nin bölgedeki üstünlük kurma hedeflerini daha da önemli hale getirmiştir. Bu süreçte İsrail’in stratejik önemi, ABD için daha da artmıştır. Ronald Reagan’ın 1985-1989 yılları arasındaki başkanlık döneminde, İsrail, ABD tarafından “NATO ülkeleri dışında en önemli müttefik” olarak tanımlanmıştır.
1973’teki Yom Kippur veya Arap–İsrail Savaşı’ndan itibaren, Washington yönetimi İsrail’e, diğer müttefiklerinden çok daha fazla destek sağlamaktadır. İsrail, 2004 yılı verilerine göre İkinci Dünya Savaşı sonrası, dolaylı ya da askeri yardımlar hariç tutulduğunda, 140 milyar dolardan fazla doğrudan ekonomik yardım almıştır ki bu rakam günümüz piyasa değerine göre 400 milyar doları aşmaktadır.
Politik yakınlık bağlamında da, ABD yönetimi İsrail’e diplomatik anlamda yoğun destek sunmaktadır. 1982 yılından bu yana, ABD, İsrail’i eleştiren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarının 30’dan fazlasını veto etmiştir. Bu sayı, diğer tüm BMGK üyelerinin şu ana kadar veto ettiği karar sayılarının toplamından bile fazladır. Ayrıca, ABD, İsrail’in nükleer silah kapasitesine dair iddiaların Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından incelenmesine yönelik Arap devletlerinin girişimlerini de daima engellemektedir.
Dahası ABD’nin dış istihbaratından sorumlu Merkezi İstihbarat Teşkilatı (Central Intelligence Agency, CIA) ile İsrail’in istihbarat servisi Mossad arasındaki yakın ilişkiler de iki ülke arasındaki “bağlılık” durumunun bir göstergesi olarak gösterilmiştir.
Öte yandan son zamanlardaki İsrail ve ABD arasındaki ilişkide yaşanan dalgalı süreç dikkat çekiyor. Biden yönetimi altında ABD’nin İsrail ile ilişkilerinde son zamanlarda yaşanan gerginlikler ve Biden’ın Netanyahu yönetimine yaklaşımı, dikkate değer birkaç ana temaya odaklanıyor.
Biden yönetimi masa altından İsrail’e askeri ekipmanlar ve taşıt yardımlarında bulunurken, Filistinlilerle ilişkileri yeniden canlandırma ve İsrail-Filistin çatışmasına yönelik daha dengeli bir yaklaşım benimseme çabasında. Bu bağlamda, ABD’nin Kudüs’teki Filistin konsolosluğunu yeniden açma sözü vermiş olmasına rağmen, bu hamle henüz gerçekleşmemiş ve İsrail’in bu adıma karşı çıkması nedeniyle ABD yönetimi kamuoyu önünde İsrail ile çatışmaktan kaçınmış görünüyor. [2]
Biden yönetimi, İsrail yerleşim birimi faaliyetlerine ve olası Batı Şeria’nın ilhakına karşı çıkmış, zaman zaman yeni yerleşim birimlerinin onaylanmasını eleştirmiş olsa da, bu eleştiriler genellikle belirsiz ifadelerle sunulmuş ve İsrail ile Filistin eylemleri arasında paralellikler kurmuştur. [3] Ayrıca, Biden yönetimi İsrail’e olan yardımları artırmış ve İsrail’e yıllık 3,8 milyar dolarlık yardımı sürdürürken, Gazze Savaşı sonrası “Demir Kubbe” füze savunma sistemini yenilemek için ek olarak 1 milyar dolar sağlamıştır. [4]
Biden, ayrıca, Trump döneminde başlatılan İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme sürecine tam destek vermiş ve bu politikayı sürdürmüş, ancak bu adımların İsrail-Filistin barışı ihtiyacını karşılamadığını belirtmiştir. [5]
ABD’nin İsrail ile olan güvenlik işbirliğinin, özellikle İran tehdidi bağlamında, güçlü kalmaya devam ettiği bildirilmiştir. Bununla birlikte, İsrail’in iç politikasındaki karışıklığın ve Netanyahu hükümetinin adli reform planlarının, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin hazırlık seviyesini olumsuz etkileyebileceği ve ABD-İsrail ilişkilerini daha da karmaşıklaştırabileceği belirtilmiştir. [6]
Netanyahu yönetiminin, özellikle insan hakları konusunda Filistinli aktivistlere yönelik baskıları ve NSO Group tarafından geliştirilen “Pegasus” yazılımı kullanılarak yapılan casusluk faaliyetleri, uluslararası tepkilere neden olmuş ve Biden yönetiminin NSO Group’u kara listeye almasına yol açmıştır. Bu adım, ABD’nin müttefik bir ülkenin firmasını hedef alması açısından nadir bir durum olarak değerlendirilmiştir. [7]
Dolayısıyla Biden yönetimi altındaki ABD-İsrail ilişkileri, önceki yönetimlere kıyasla daha karmaşık bir yaklaşımı yansıtmakla birlikte, pratikte Filistin meselesinde önemli bir ilerleme kaydedilmesi konusunda somut adımların hâlâ sınırlı olduğu görülmektedir. Ayrıca yaklaşan ABD seçimleri sebebiyle, ABD’nin karar verici kurumları arasındaki İsrail Lobisi’nin faaliyetleri de ABD hükümetini keskin adımlar atmaktan kaçındırmaktadır. Bu durum, ABD’nin bölgedeki uzun vadeli güvenlik ve diplomasi hedefleri ile çatışan bazı zorlukları da beraberinde getirmektedir.
Sonuç
Kuruluşundan bu yana İsrail Devleti’nin politik yapısı ve dış politikaları, bölgesel ve küresel düzeyde önemli olaylarla iç içe geçmiş bir evrim süreci izlemiştir. 1948’den günümüze, demokratik kurumların düzgün işleyemeyişi, çok partili sistem ve koalisyon hükümetleri gibi unsurlar, İsrail’in siyasi dinamiklerinin temelinin sağlamlaşması yolunda bir engel oluşturmuştur.
7 Ekim olayları ve sonrasında yaşananlar da, İsrail’in siyasi yapısında ve bölgesel konumunda önemli değişikliklere yol açmıştır. Saldırılar ve İsrail’in Filistin’i işgali, uluslararası alanda geniş çapta tartışmalara sebep olmuş, iç politikada ise Başbakan Binyamin Netanyahu’nun liderliği ve politikaları yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Bu olaylar, İsrail halkı arasında siyasi istikrarsızlık ve liderlik değişikliği taleplerini güçlendirmiştir. İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün anket sonuçları, Netanyahu’nun popülaritesindeki düşüşü ve halkın önemli bir bölümünün savaştan sonra Benny Gantz’ı başbakan olarak görmek istediğini göstermektedir.
ABD-İsrail ilişkileri ise, tarihsel bağlardan ve stratejik ortaklıklardan güç alarak, bölgedeki politik ve askeri denklemlerde merkezi bir rol oynamıştır. Ancak, zaman zaman bu ilişkilerde yaşanan dalgalanmalar ve gerginlikler, her iki ülkenin de iç politikası ve bölgesel politikalar üzerinde etkili olmuştur. Biden yönetimi altında ABD’nin İsrail politikasında dengeli bir yaklaşım benimsenmeye çalışılsa da, pratikte Filistin meselesi ve yerleşim birimi faaliyetleri gibi konularda önemli ilerlemelerin sınırlı kaldığı görülmektedir.
Sonuç olarak, İsrail’in politik yapısı ve dış ilişkileri, karmaşık iç dinamikler ve bölgesel güvenlik meseleleriyle iç içe geçmiş bir yapıya sahiptir. 7 Ekim’deki sürpriz saldırılar ve sonrasında yaşanan gelişmeler, hem iç politikada hem de İsrail’in uluslararası arenadaki pozisyonunda önemli bir dönüm noktası oluşturmuş, İsrail halkı ve liderliği için yeni zorluklar ve değişim talepleri doğurmuştur. ABD ile ilişkilerin geleceği de, bölgesel politikalar ve iç siyasi dinamiklerle yakından ilişkili olmaya devam edecektir.