Sıkıyönetim, devletlerin olağanüstü durumlarda (savaş, ayaklanma, iç karışıklık veya büyük çaplı doğal afetler vb.) başvurduğu, sivil yönetimin yerini askeri yönetimin aldığı hukuki bir yönetim biçimidir.
Askeri adalet olarak da bilinen yönetim şekli, askeri otoritenin genellikle resmi bir bildirge ile adli yönetimi kontrol altına almasını ve sivil otoritelerin yetkilerinin askeri makamlara devredilmesi ile temel hak ve özgürlüklerin belirli ölçülerde kısıtlanmasını içerir.
Sıkıyönetimde yetki tamamen askeri makamlara geçer ve normal adli kurumların mevcut durumu kontrol edemediği veya görevlerini yerine getiremediği durumlarda devreye girer.
Yasal dayanağı ve uygulanması
Sıkıyönetimin ilanı ve uygulanması konusu bütün dünya ülkelerinde kanunlarla ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Türkiye’de yasal dayanağı 1982 Anayasası’nın 122. maddesi ve bu maddeye dayanarak çıkarılan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile düzenlenmişti. Alınacak tüm tedbirler ve kararlar, yargı denetimine tabii idi ve yargı yönetimine tabii olarak uygulanırdı.
1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre sıkıyönetimin yetkilerini artırmış ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun bazı maddeleri, 1982 tarihli 2766 sayılı Kanun ve 1983 tarihli 2836 sayılı Kanun ile değiştirilmiştir. Bu değişiklikler, 1980 Askeri Darbesi döneminde askeri makamların yetkilerini genişletmiş ve uygulamanın hukuki çerçevesini güncellemiştir.
Türkiye tarihinde sıkıyönetim, özellikle 1970’ler ve 1980’lerdeki siyasi ve sosyal karışıklık dönemlerinde sıkça uygulanmıştır. Özellikle 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında ilan edilen sıkıyönetim, demokratik süreçlerin kesintiye uğramasına ve temel hak ve özgürlüklerin ciddi şekilde kısıtlanmasına yol açmıştır. Bu dönemlerde askeri otoritelerin geniş yetkileri, toplum üzerinde derin ve uzun süreli etkiler bırakmıştır.
Sıkıyönetim kavramı, 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumu vesilesiyle Anayasa’dan çıkarılmıştır. Bunu takiben, 31 Temmuz 2018 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 7145 sayılı Kanun ile 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişikliklerle birlikte, olağanüstü durumlarda uygulanacak tedbirler ve yetkiler, artık olağanüstü hal (OHAL) uygulamaları çerçevesinde ele alınmaktadır.
Sıkıyönetimin özellikleri ve yetkileri
Bu dönemlerde askeri makamlar, kamu düzenini ve güvenliğini sağlamak amacıyla geniş yetkilere sahip olur. Bu yetkiler şunları içerir:
- Temel Hak ve Özgürlüklerin Kısıtlanması: Seyahat özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi temel haklar sınırlandırılabilir.
- Askeri Mahkemelerin Kurulması: Sivil kişilerin suçları, askeri mahkemelerde yargılanabilir.
- Sokağa Çıkma Yasağı: Belirli saatler veya bölgeler için sokağa çıkma yasağı uygulanabilir.
- Arama ve El Koyma Yetkisi: Güvenlik güçleri, mahkeme kararı olmaksızın arama yapabilir ve şüpheli görülen eşyalara el koyabilir.
Sıkıyönetim ve OHAL arasındaki farklar
Bu iki kavram genellikle birbirleriyle karıştırılmaktadır. Olağanüstü hal (OHAL), sivil otoritelerin yetkilerinin artırılmasıyla ve temel hakların daha sınırlı ölçüde kısıtlanmasıyla uygulanırken, sıkıyönetim askeri otoritelerin yönetime doğrudan müdahalesini içerir. Yani olağanüstü halde, sivil idare devam eder ancak bazı yetkileri genişlerken diğerinde ise askeri makamlar sivil idarenin yerini alır.
Günümüzde, sıkıyönetim yerine daha çok olağanüstü hal uygulamaları tercih edilmektedir. OHAL, sivil otoritelerin kontrolünde ve belirli yasal çerçeveler içinde uygulanarak, temel hak ve özgürlüklerin asgari düzeyde korunmasını hedefler. Bu yaklaşım, uluslararası standartlara ve demokratik ilkelere daha uygun kabul edilmektedir.
Uluslararası Perspektif
Dünya genelinde sıkıyönetim uygulamaları, devletlerin güvenliği ve kamu düzenini sağlama amacıyla kriz dönemlerinde başvurduğu yöntemlerdir. Ancak bu uygulamalar, insan hakları ihlalleri ve demokratik süreçlerin zedelenmesi nedeniyle eleştirilere konu olmaktadır. Uluslararası hukuk ve insan hakları sözleşmeleri, sıkıyönetim dönemlerinde bile temel hak ve özgürlüklerin korunması gerektiğini vurgular. Birleşmiş Milletler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi uluslararası kuruluşlar, bu uygulamaları yakından izlemekte ve olası ihlallere karşı uyarılarda bulunmaktadır.
Sıkıyönetim uygulamaları, demokratik ilkeler ve insan hakları açısından uluslararası düzeyde tartışmalara neden olmaktadır. Askeri otoritenin sivil yönetimin yerini alması, demokratik temsil ve hesap verebilirlik mekanizmalarını zayıflatabilir. Ayrıca, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, toplumda güvensizlik ve huzursuzluk yaratabilir. Bu nedenle, “askeri adaletin” ilanı ve uygulaması son derece dikkatli bir şekilde ele alınmalı ve hukukun üstünlüğü prensibi gözetilmelidir.
Günümüzde, kriz durumlarında dahi hukukun üstünlüğü ve temel hakların korunması büyük önem taşımaktadır. Devletlerin güvenlik ve kamu düzenini sağlama çabaları, demokratik ilkeler ve insan haklarıyla dengelenmelidir. Bu bağlamda, sıkıyönetim gibi uygulamaların hukuki çerçevesi ve pratikteki etkileri, sürekli bir değerlendirme ve denetime tabi olmalıdır.