2011 yılından itibaren çeşitli siyasi, toplumsal ve askeri bölünmelere tanıklık eden Libya’da yeni bir döneme kapı aralanıyor. 2014 ve 2019 yıllarındaki iç savaş dönemlerinden farklı olarak bu kez ülkenin batısı ve doğusundaki ayrışmalar, taraflar arasındaki silahlı çatışmalardan ziyade aktörlerin tanınırlık ve meşruiyet zemini arayışına dayalı bir rekabete dönüştü. Özellikle 2021 yılının Aralık ayında iptal edilen seçimlerden sonra bu durum taraflar nezdinde ön plana çıkmaya başladı. O tarihe kadar alışagelmiş müttefikler ve ilişki ağları, doğu ve batıdaki siyasi güç merkezlerinin yeni dönem politikaları dahilinde ciddi bir değişime uğradı. Öyle ki Trablus merkezli Milli Birlik Hükümeti (MBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, daha önce doğudaki milis güçlerin lideri Halife Hafter’e verdiği desteklerle adı anılan BAE ve Mısır ile temas halinde oldu. Buna karşın doğudaki parlamento, Türkiye’nin de normalleşme adı altında yürüttüğü politikalara paralel olarak Ankara ile diplomatik temaslarını hızlandırdı.
Yerel ve uluslararası düzeyde girilen bu rekabet, bir taraftan askeri alternatifleri arka plana atarken diğer taraftan geleneksel ittifak sistemlerini dağıtarak diplomasi temelli bir sürecin başlamasına zemin hazırladı. Gelinen noktada bu yeni dönemin Libya’daki siyasi uzlaşıyı, istikrarı ve bütünleşmeyi destekleyen Türkiye için bir fırsat dönemi anlamına geldiğini de söylemek gerekir. Bu anlamda Libya’daki krizin başlangıcından günümüze Türkiye, ülkenin doğusuna ve batısına eşit mesafede yaklaşan bir aktördü. Ancak uluslararası hukuk ve dış politika ilkelerinin yanında Doğu Akdeniz’deki milli çıkarlar başta olmak üzere Libya’daki kazanımların tehlikeye girme potansiyeli, Türkiye’nin yerel denge ve dinamikleri gözetmesini süreç içinde bir gereklilik hale getirdi.
Türkiye’nin Libya’nın Doğusu Açılımı
2020 yılının Ocak ayında dönemin Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yaptığı Deniz Yetkilendirme ve Savunma İş Birliği Anlaşmaları ile Libya’daki siyasi ve askeri denkleme aktif bir biçimde dahil olan Türkiye, aynı yıl Ekim ayında ateşkes anlaşmasının imzalanmasında ve 2021 yılının Mart ayında Dibeybe liderliğindeki geçici hükümetin kurulmasında önemli bir itici güç oldu. Nitekim batıda silahlı gruplardan kaynaklı dengelerin bozulması ve doğuda daha konsolide görülen Hafter kanadının hamleleri ile oluşan çift kutuplu atmosfer, Aralık 2021 seçimlerinin iptal edilmesiyle yeniden kaos ortamını ortaya çıkardı.
Ülkenin siyasi bir çıkmaza girdiği bu dönem, Türkiye’nin Libya’nın doğusundaki Tobruk merkezli parlamento ile normalleşme açılımını uygulamaya aldığı dönem oldu. Öyle ki ilk önemli gelişme, Parlamento tarafından belirlenen bir heyetin TBMM’ye ziyaretiydi. Kısa bir süre sonra dönemin Türkiye Büyükelçisi Kenan Yılmaz, Parlamento Başkanı Akile Salih’e resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Ancak Türkiye’nin Mısır ve Körfez ülkeleri ile ivme kazanan normalleşmenin de etkisiyle Libya’nın doğusuyla temasları hızlandıran en kayda değer gelişme, Akile Salih’in 2022 yılının Temmuz ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilmesiydi. Öte yandan bu ziyaretin, dönem itibarıyla iki farklı mesajı içinde barındırdığı söylenebilir. Birincisi, Libya’nın doğusu ile geniş sınırlara sahip Mısır’ın Türkiye’yi istikrar ve çözüme giden yolda ‘olmazsa olmaz’ bir aktör olarak görmesi ve buna bağlı olarak Akile Salih ve Türkiye arasındaki yakınlaşmaya yeşil yakması şeklinde açıklanabilir. Türkiye’nin batıdaki aktif angajmanları ve çözüm odaklı yaklaşımının, aynı zamanda Akile Salih ve Hafter ailesi için de Türkiye ile iş birliğini cazip hale getirdiği söylenebilir. Bu noktada ikinci husus ise Libya’daki siyasi uzlaşının yalnız başkent Trablus üzerinde yürütülen diyalog kanalları aracılığıyla sağlanamayacağı argümanının Türkiye nezdinde güçlenmesi.
Bu argümanın bir tezahürü olarak Türkiye, tarihi, kültürel ve toplumsal tabanda güçlü ilişkilere sahip olduğu ülkenin doğusuyla diplomatik açılıma önem atfetti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şubat ayındaki Malta ziyaretinde, Bingazi’deki konsolosluğu yeniden açmaya karar verdiklerini duyurması bu bakımdan önemliydi. Ayrıca bu açıklamalarından yalnızca birkaç gün sonra Bakan Fidan, beraberindeki heyet ile başkent Trablus’ta aralarında Başbakan Dibeybe ve Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Miftah Takala’nın da olduğu Libyalı üst düzey yetkililerle bir araya geldi. Bakan Fidan’ın bu dönem içinde gerçekleştirdiği ziyaretler ve açıklamalar, Türkiye’nin doğu-batı arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde ya da ileriye dönük siyasi uzlaşının hayata geçmesinde bir katalizör görevi gördüğünü işaret ediyordu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Açıklamaları ve İleriye Dönük Beklentiler
Bu arka plan dahilinde Bakan Fidan, 24 Temmuz tarihinde Sky News Arabia’ya verdiği röportajda Libya’nın doğusuyla ilişkilerin oldukça iyi ilerlediğini kaydetti. Bununla beraber Bakan Fidan, Bingazi’deki Başkonsolosluğun yeniden hizmete açıldığını ve Akile Salih başta olmak üzere Halife Hafter ve oğulları ile temas içinde olduklarını sözlerine ekledi.
Bakan Fidan, 25 Temmuz tarihinde ise Parlamento tarafından kurulan Libya Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Fonu Direktörü Belkasım Hafter’i Ankara’da kabul etti. Görüşmelerde, iki ülke arasındaki iş birliğinin geliştirilmesi yönünde konular ele alındı. Daha önce Kalkınma Fonu, ülkenin doğusundaki Derne kentinde meydana gelen sel felaketinden etkilenen bölgelerde uygulanan yeniden inşa projeleri kapsamında çok sayıda Türk şirket ile sözleşme imzalamıştı.
Bunun yanında Bakan Fidan’ın Belkasım Hafter ile yaptığı görüşme, üç temel alt başlığı öne çıkarıyor. Bunlardan ilki, Fidan’ın röportajda vurguladığı gibi Türkiye’nin doğu ile geliştirdiği ilişkileri doğu-batı bütünleşmesi ve entegrasyonuna yönelik kullanma yönündeki motivasyon ve niyetidir. Libya’da seçimlerin düzenlenmesi ve demokratik geçişin sağlanması noktasında yalnız yerel unsurlarla değil Mısır, BAE ve Katar’la görüşen Türkiye’nin istikrar ve barışın tesis edilmesi için diplomatik çabalarını artırması Libya’da yeniden çatışma ortamını engelleyeceği gibi uzun vadede Kuzey Afrika ülkesinin birliğini güçlendirebilir. Bu durumun Türkiye açısından gerek mevcut kazanımların korunması gerekse ileriye dönük potansiyel faydalara ulaşılmasında etkili bir politika tercihi olduğunu söylemek gerekir.
Bundan hareketle ikinci husus, Libya’nın her iki bölgesiyle de derin tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip Türkiye’nin batıdaki nüfuzunu doğuya taşımasıyla Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını (Mavi Vatan) ve ticari kazanımlarını güvence altına alacak olmasıdır. Böyle bir senaryoda, geçmişte Türkiye’nin 2020 (Deniz Yetkilendirme) ve 2022’deki (Hidrokarbon) anlaşmalarına görece karşı olan doğudaki siyasi iklimin tamamen değiştirilmesi söz konusu olabilir. Her ne kadar ilgili anlaşmalar uluslararası hukuk ve meşruluk bakımından sağlam bir zemine otursa da bu anlaşmalara yönelik Parlamento ve Hafter kanadının rızasının alınması Doğu Akdeniz jeopolitiğinde Türkiye-Libya müttefiklik ilişkisini güçlendirebilir. Diğer taraftan günümüzde Kalkınma Fonu üzerinden Türk şirketleri ile yapılan anlaşmaların, doğu ile normalleşme daha geniş tabanlı ve kurumsal bir çizgiye oturduğunda ciddi miktarda artış göstermesi oldukça muhtemeldir. Bu olası tablonun Türkiye’ye sağlayacağı ticari faydalar kritik öneme sahiptir.
Son olarak Türkiye’nin batıdaki askeri varlığı, 2020 sonrası küçük çaplı çatışmaların geniş ölçekli iç savaşa dönüşmemesinde caydırıcılık görevi gördü. Türkiye’nin eğitim ve danışmanlık üzerine kurulu askeri misyonu, doğu-batı arasındaki askeri kamplaşmanın da ötesinde batıdaki parçalı güvenlik bürokrasisini de dengede tuttu. Gelinen noktada doğu ile yürütülen üst seviye diplomatik temaslar, geçmişte doğu merkezli kamuoyu ve medya kuruluşları tarafından Türkiye’nin askeri varlığına yönelik geliştirilen olumsuz anlatının da kırılmasına ön ayak olabilir, en azından demokratik bir yapı kurulana kadar geçen sürede Türkiye’ye önemli bir zaman kazandırabilir.